Temmuz sonu Bodrum dönüşüm beklediğimden zor oldu. Yaklaşık iki haftayı Yalıkavak'ta geçirmeme rağmen, her zamanki gibi zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım ve hakkını klasik bir Bodrum tatilinden beklenenler açısından veremedim. Ne zaman ki geri döndüğümüzü idrak ettim, yeterince yüzmediğimi ve yeterince güneş yüzü görmediğimi farkettim. Bir gaz kamyonunun sitemizin önündeki bir elektrik direğine çarpması neticesinde elektrik tellerinin birbirine değmesi ve elektrik hatlarını karıştırması ve sitedeki bir çok elektrik aletinin (klima, buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon dekoderleri, sitenin jeneratörü ve hidrofor sistemi gibi gibi) kartlarının yanması ile keyifler kaçtı, hiç beklenmeyen işler, koşuşturmacalar ortaya çıktı. Akşam saatlerindeki uçağımızın son dakikasına bu işler uğraştık sonuç olarak ama Yalıkavak'tan ayrılırken içimiz mümkün olduğunca rahat, zihnimiz berraktı. Ne de olsa babam havalimanın bizi karşılamak ve boğazdaki bir tekne gezisine yetiştirmek için bekliyordu.
Kuruçeşme'den kalkması gereken tekneye yetişemeyeceğimizden, Beylerbeyi'ne doğru ilerledik, tekne gelsin bizi oradan alsın diye. Acaba yetişir miyiz diye merak ederken, İstanbul'un boşluğu ve yolların açıklığı şaşkınlık içinde bıraktı beni. Beylerbeyi'ndeki Sabancı Olgunlaşma Enstitüsünün önünden bir tekne karşıladı bizi ve rakı sofrası etrafında toplanmış bır grubun teknesinde bulduk kendimizi, kimseyi tanımadığımız... Meğer bu tekne bir transfer aracıymış, bizi Kuruçeşme'ye götürecekmiş. Kısa süreli konuğu olduğumuz teknede İstanbul'u ne kadar özlediğimi farkettim, boğazın herhangi bir denizden ne kadar farklı olduğunu ve bu şehrin ne kadar özel olduğunu. Bodrum başka ama İstanbul bambaşka eğer onun hakkını verirsen, onunla yaşamayı bilirsen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder