2 Mart 2014 Pazar

İstanbul'u Yürümek

Geçenlerde yine dükkanlara girip çıkıyorum Sirkeci'de. Konu dönüp dolaşıyor, 'Nerelisin abla?' sorusuna geliyor. İstanbulluyum diyorum, suratlarda hep aynı sırıtış beliriyor... Hangimiz İstanbulluyuz, hangimiz değiliz bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, o da hiçbirimizin bu şehrin hakkını vermediği gerçeği. Sürekli bu şehirden şikayet etmek dışında ne yapıyoruz? Keyfini çıkarmak, güzelliklerin tadına varmak yerine sorunlarını dilimizden düşürmüyoruz. Madem bu durumun farkına vardım dedim kendime , o zaman kendin için bir şey yap Gözde, dur ve etrafına bak. 

A noktasından B noktasına her daim araba, otobüs ya da metro ile giderken, etrafımıza bakmıyoruz ama yürürken öyle mi? Spor ile ilişkisi sürekli dalgalanan bir insan olarak, 30 yıllık ömrümde bir çok farklı aktiviteyi denedim, sevdim ama hiç birini sürekli hale getiremedim. Favorim olan tempolu yürüyüşten ise hep keyif aldım. Spor salonlarının yine dar geldiği bir günde, İstanbul sokaklarında, kıyılarında, tepelerinde yürümeye karar verdim. Çirkinleşen, bozulan onca şeye rağmen, bu şehirde stresli, yorgun ve gergin olmak yerine, mutlu, enerjik ve huzurlu olunabileceğine inanmak istiyorum. Bunu kendime kanıtlamak için de, şehri yürümeye karar verdim, İstanbul'u yürümeye. 

Sonuç olarak 1 aydır aklıma esince sahil yoluna iniyorum. O anda canım nereye doğru yürümek isterse oraya yöneliyorum. Aydınlık ya da karanlık farketmiyor, cebimde telefonum, kulağımda kulaklık. Ne kadar tempolu yürürsem yürüyeyim, şehri farklı bir gözle algıladığımı farkediyorum. Yürüyüşleri sürdürdükçe, şehri daha yakında tanıyacakmışım gibi hissediyorum. 

Bugün Tarabya'dan Rumelikavağı'na yürüdüm. Yağmur çiseliyor diye vazgeçmek üzereyken, attım şemsiyemi çantaya, indim Tarabya'ya. Ondan sonrası deniz, ev ve kayıklar, salıncak ve martılar, içime dokunan sessizlik, renkler ve huzur. 


Yenimahalle

 
Sarıyer
Hüzün...

Rumelikavağı



20 Ağustos 2012 Pazartesi

Kuş misali

İstanbul - Eskişehir - İstanbul - Ankara - Antalya - Bodrum - İstanbul - İzmir - İstanbul - Bodrum - Dalaman - İstanbul- ... Geçen ayımın özeti bu diyebilirim. Bu yaz resmen kuş misali gezdim. İşim, ailem ve sevdiğim insan arasında gittim geldim, gittim geldim... Sabit bir yerde oturmak yerine sürekli hareket halinde olmayı seviyorum, hele son varış noktamda, beni elinde pankartla bekleyen biri varsa:)

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Bozcaada

Burnunun ucunda olmasına rağmen hep istediğin ama bir türlü gidimediğin bir destinasyon söyle deseniz Bozcaada derdim. Adalara karşı bir sempatim ezelden beri var zaten. Sadece erkek arkadaşımla gitmeliyim diyerek kızlarla gitmeyi reddettiğim romantik Santorini'ye, ailemle gitmiş olmanın verdiği hayal kırıklığından sonra, Bozcaada konusunda şeytanın bacağını kırdım, bunca zaman neden başkalarıyla gitmediğimi anladım. Beklediğime de değdi!



Taktık bisikletlerimizi arabanın arkasına, düştük gecenin 2'sinde yollara. Sabaha karşı yola çıkıp, direksiyonu güvenli ellere teslim edince Geyikli'ye varış beklediğimden kolay oldu. Sarı- kuru bir ada görünce şaşırdık önce. Uzun bir süre çay bahçesinde dinlendik ve biz inanamamamıza rağmen binebileceğimiz iddia edilen feribota sondan ikinci araba olarak bindik.


Adaya ayak basmamızla, pansiyonu bulma anımız arasındaki kısa zaman dilimi adanın aslında ne kadar küçük olduğu konusunda tiyo verir nitelikteymiş...


Pansiyonumuz Dafne'yi bulmamızla mavi kapısından geçip kendisini sevdik, pansion sahibi Savaş ve köpeği Elvis ile tanışıp, odamıza yerleştik. Adayı uzaktan gördüğümüz andan beri renksiz bulan ben, Dafne'nin bahçesini görünce huzura kavuştum. Küçük ama sıcak bir yer olarak, pembe zakkum ağacı ve üstündeki mavi kağıt feneri, rahat koltuğu ve rengarenk minderleri ile terası, liman manzaralı üst kat odaları, bağlıyken kuzu gibi masum, tasması çözülünce heyecandan çıldıran ve üstüne zıplayıp seni baştan aşağı yalayan Elvis'i ile Dafne'yi çok sevdim. --- Dafne Pansiyon (Savaş Ulaş Şahin) - 0 507 486 00 68


Sonra hemen olmasa da, aldık haritamızı elimize, çıktık Bozcaada yollarına. Ufacık bir yermiş zaten ama kendi aracımızla koy koy gezmek büyük keyifti bu adada. İstediğimiz yerde durduk, kimselerin olmadığı yerlerde denize girdik. Ayazma ve Akvuryum'dan eksik kalmadık ama insanların 'Bozcaada'ya gidince, yapmadan gelmeyin' dediği şeylerden 'farkında olmadan' uzak kaldık. Soğuk suyun, sıcak kumun, lokum gibi havanın tadını çıkardık. Bisiklet turumuzu ancak adanın merkezinde yaptık.


Rüzgar türbinlerini bir süre uzaktan gördükten sonra, yakınlarına gitmeye karar verdik. Çılgınlar gibi günbatımı eşliğinde şarap içmeye hazırlanan inanlara inat, son dakikada devasa boyuttaki rüzgar güllerinin dibine vardık. Salına salına adanın ucuna doğru yürüdük.


Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun diyeceğim ama bilmeyenlerle paylaşmamak olmaz... Adaya özgü gelincik şerbetinin tadına bakmadan, akşam üstü çay keyfi yaparken Eski Kahve'nin küçük bademli kurabiyelerinden yemeden Bozcaada seyahati eksik kalırdı diye düşünüyorum. Sabah kalktığında Çınaraltı'nda çay eşliğinde yemek üzere adanın tek ve süper fırını Çiçek Fırın'dan açma, simit almak, öğlenlerden birinde Sadece Köfteci'nin leziz köftesinden yemek, kalabalıkların yaptığı uğultudan sadece bir iki sokak uzaklaşarak kafanızı dinleyerek rakı meze keyfi yapmak için Kapı 14 Restoran'a gitmek ayrıca tavsiye edilir. 3 gün boyunca adada şarap içmeseniz bile, son dakikada adadan alınan şarapla Bozcaada keyfi evde de sürdürülebilir.

Bozcaada, kısacık ama dolu dolu bir tatil için mükemmel.




27 Haziran 2012 Çarşamba

Keyifle

Uzun bir aradan sonra ve baştan aşağı değişen hayatımla yine yazmaya başlamak istiyorum. Yine demem doğru olmaz aslında, yeni şeylerden bahsetmek istiyorum bundan böyle. Belki çok farklı, çok değişik şeyler değil yaşadıklarım ama ben yeniden doğmuş gibi, çok mutlu ve huzurlu, olması gerektiğine inandığım gibi hissediyorum. Yeni bir yola koyuldum, keyifle...

26 Mart 2012 Pazartesi

Guerilla Knitting



Emin sayesinde Guerilla Knitting ile de tanıştık. Kendisi bir süredir örgüye merak sarmış, elinde yün ve şişlerle gezmese de, örgü ve pon pon yapımından bahseder olmuştu. Sıraselviler buluşmasına biz de Ayşegül ile katıldık, ucundan elimiz yüne değdirdik.

Yeri geldiğinde annem anneannemin ne kadar iyi örgü ördüğünden bahseder. Kendisi de istese eksik kalmazdı diye düşünüyorum ama Görkem'in doğumundan sonra elini yüne şişe değdirdiğini hatırlamıyorum. Dolayısıyla ben de baya yabancı kalmışım örgü durumlarına.

Guerilla knitting sayesinde örgüyle tanışmak kısmetmiş. Biz gittiğimizde Taksim Gezi Parkı'ndaki kesilmek üzere işaretlenmiş ağaçlara dikkat çekmek için ağaçları kaplayacaklardı. Sonra fotoğraflarını facebookta gördüm ve burda paylaşmak istedim. Dünyanın bir çok yerinde gerçekleştirilen çok renkli ve keyifli bir proje. İnanılmaz başarılı örgü örnekleri yok değil.



Photo: Örgü-t, Laura Hagnäs

25 Mart 2012 Pazar

Karaköy keyfi



Harika bir pazar sabahı. Havalar ısınmaya başladı ve ben hemen ilk kaçamağımı yaptım. Kahvaltı için deniz kenarına gidelim dedik ve Mehli ile Karaköy sahile indik. Denize sıfır parketme opsiyonunun şaşkınlığını atamadan, Tophane yönüne yürümeye başladık. Karaköy'deki Fransız Geçidi'ni sürekli duymama, Kağıthane'yi görmek istememe, Bej'de keyif yapmayı planlamama rağmen, Hakan San'ın Fashion@Eye Pop Up dükkanı itici bir gün oldu bizim için ve iştah açıcı bir kokunun peşinden gider gibi ayaklarımız yerden kesilmiş bir şekilde Fransız Geçidi'ne sürükledi bizi.

Taze çiçekler eşliğinde, kahvalt çanağı, taze mi taze ayva reçeliyle gelen alman ekmeği gibi mini mini ve lezzetli seçeneklerle sabahın tadına doyum olmadı. Sonrasında kısa bir Kağıthane turu (Galip Dede üstündeki çıkmaz sokakta bulunan yeni şubesinde ilk heyecanımı üstümden attığından, kısa sürdü) yapıp, Fashion@Eye'a geçtik.



Gözlük bakarken kendime pek bir şey yakıştıramayıp sıkılan bir insanım aslında ama sıcak karşılama ve tatlı sohbetimiz sayesinde Fashion@Eye maceramız o kadar keyifliydi ki! Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım.. Sanki kendimize biçilmiş kaftan gibi içimize sinen yeni gözlüklerimiz ile ayrıldık Karaköy'den. Hakan San, sabah neşemize neşe kattı desem yeridir. Artık etrafıma daha da pozitif çerçeveden bakıyorum gibi hissediyorum.

20 Mart 2012 Salı

Kriz anı yönetimi



Bu aralar Be Made Ceramic Works pek hareketliydi. Kendi koşuşturmacam arasında hiç yardımcı olamadım ama arada uğrayıp Patroniçe'nin kriz anını ne kadar güzel idare ettiğine şahit oldum. Ufacık atölyede şarkılar ve tatlılar eşliğinde sabahın köründen gecenin körüne çalışıp durdular, yaratıcı dokunuşlarla birbirinden güzel şeyler ortaya çıkardılar :)



Bir de el emeği göz nuru ürünlerin değerinden anlasa keşke bazı insanlar...