21 Aralık 2008 Pazar

Brunch



Kuzenler sehre dokulduler. Biri Seattle'dan, biri New York'tan, biri de Edinburg'dan Istanbul'a donduler. Yurtdisinda yasarken, Istanbul'a kisa bir tatil icin donmek ne kadar tatlidir, gecen seneden cok iyi biliyorum sanirim. Yani onlarin neler hissettiklerini tahmin ediyorum. Insan o anda sadece 1-2 haftaligina evine dondugunu unutuyor ve aile ile hasret giderdikten sonra ilkokul, lise, universite demeden dostlarinin hepsini gorme istegi tavan yapiyor.. Istek o kadar yogun oluyor ki, kisi elinden geleni ardina koymuyor, her aksam farkli gruplarla aksam yemegi icin bulusuluyor, kosturup duruyor. Tabi bu durumda, kuzenlere fln sira gelmiyor oyle kolay kolay.

Annem bir aksilik olmasin diye, hemen bir organizasyon yapti gectigimiz pazar. Dayimlari, amcamlari bize davet etti bruch icin.
Guzelcene yenilip icildi, yediklerimize dikkat etmeye yine mola verildi. Butun kuzenler biraraya toplandi, dunyanin dort bi tarafindan havadisler paylasildi. Bu toplantilar yabanci degil sonuc olarak bana ama saf degistirmek enteresan oluyormus. Buyudum ya, artik onlar giden ben Istanbul'u bekleyenim. Ama bunu seve seve yapiyorum, donus yaptigimdan zerre pisman degilim. Onlarin da okullarini bitirip donmelerini dort gozle bekliyorum.

9 Aralık 2008 Salı

Straubing



Straubing, Bavyera bolgesinin asagisinda 44000 nufuslu, bildigimiz sehir. Gerci bildigimiz sehirlere, daha dogrusu sehire uzaktan yakindan benzemiyor ama olsun. Mitterfels'den sonra buyuk bir yerlesim merkezi. Tatilimizin ikinci gununde asil planimiz Prag, Viyana gibi farkli sehirlere, hatta ulkelere gitmek olmasina ragmen evimize yakin yerlerde takilmaya ve kesif turlari atmaya karar verdik. Avrupa'daki en uzun ikinci nehir olarak adi gecen Tuna (Danube) nehrinin yanina kurulmus bu sehire girmemizle, kendimizi saat kulesinin de bulundugu sehir merkezinde bulmamiz bir oldu. Kilisenin etrafinda dizilmis, artik nerdeyse hic biri bize yabanci olamayandukkanlarla cevrili meydanda bizi Noel susleri, canlari, isiklari ile kapli Noel pazari karsiladi. Suslerden gozukmeyen ahsap kulubelerde; balmumundan mumler, yilbasi kurabiyeleri, sekerlemeler, agac susleri satiliyor ve acik havada olmamiza ragmen havayi kaplayan kokusundan dolayi varliginin farkedilmemesi imkansiz sicak sarap standlari yer aliyordu... Insan alsa da, almasa da, bir seyler icse de icmese de, butun bu ayrintilar, renkler, kokular insanin icini isitmaya yetip artiyordu.

8 Aralık 2008 Pazartesi

Mitterfels



Mitterfels; Almanya'nin guneydogusunda, baskenti Munih olan Bavyera bolgesinde bir yerlesim birimi. Annem bayram tatili icin RCI araciligi ile bize super bir tatil programi yaparken, her zaman ki gibi aklindan bin turlu fikir ve plan geciyormus ve de Mitterfels'in 2500 nufuslu ufacik bir yer oldugunu bilmesede, tahmin ediyormus.

7 aralik sabahi, Istanbul-Munih ucusunda sonra, pasaport memurunun Mitterfels'i duydugunda yuzunde beliren saskin ifadeye anlam veremeyerek arabamizi kiraladik ve 150 kmlik mesafeyi bir cirpida astik. Mitterfels'e pazar aksami vardigimizda, elbette ki sokaklarda in cin top oynuyordu. Su ve ekmek bulabilmek icin akla karaya sectik. En sonunda bir benzinciden dondurulmus ekmek ve nutella gibi ana! ihtiyaclarimizi karsiladiktan sonra odamiza geri donduk;). Neyse ki, pazartesi sabahi koyumuz biraz hareketlendi. Ve biz resepsiyondan, aslinda Mitterfels'in bir nevi spor merkezi oldugunu, havuzlarin, tenis kortlarinin, ormanlarin icinde yurume parkurlarinin oldugunu yani buranin asil yazin canlanan bir yer oldugunu ogrendik. Ama ustu karla kaplanmis agaclar, bitkiler, ahsap kulubeler, evlerin yilbasi icin bahcelerine koyduklari susler o kadar guzeldi ki, bir gun buraya tekrar gelecek olsam, yine kisin gelmek isterdim diye dusunuyorum. Yine annemlerle ormanda yuruyus yapmayi ve Gorkemle bisiklete binmeyi, diger aktivitelere tercih ederdim.

3 Aralık 2008 Çarşamba

Iyi ki dogdun, Nihan!

Farkettik ki, sevgili Nihan'in dogumgunu bayrama tekabul ediyormus ve o zaman kizlar toplanamayacakmis, hemen kizkiza yemek organizasyonumuzun icerigini degistirdik, daha dogrusu genislettik. Nihan'in dogumgununu bu aksam kutlamaya karar verdik ve tabii ki de ona haber vermedik;) Surpriz artik bizim gobek adimiz oldu diyebilirim yani.. Planimizi, Nihan'in sombrerolu bir dogumgunu cocugu olmak istegi uzerine kuraraktan, meksika restorani Ranchero'da toplanmayi uygun bulduk. Burritolari yerken surprizimizden habersiz Nihan'in, arka masadaki dogumgunu cocugunu gordugunde, gozlerindeki neseyi gormek ne kadar dogru duyumlar aldigimizin kaniti oldu. Yemeklerimiz bittikten sonra, bizim dogumgunu cocugumuzunda pastasi ve sombrerosu geldi ve sanirim yine sasirtmayi ve sevindirmeyi basardik!




Mutlulugunun kaniti, Nihan o sombreroyu hic ama hic basindan cikarmadi. Hatta izin verselerdi, yaninda alip gitmeye hazir bekliyordu...;)

30 Kasım 2008 Pazar

Belgrad



Kucuklugumden beri adini duydugum, bildigimi dusundugum, gittigimi sandigim Belgrad Ormanlari'na sanirim ben hic gitmemisim. Burnumun dibindeki bu guzelligi daha onceden kesfetmemis oldugum icin ne yalan soliyim biraz bozuldum kendime. Bahcekoy'un icinden gecerek Demircikoy'e giderken, her seferinde Belgrad Ormanlari tabelasini nasilda bakmama ragmen gormemisim. Zararin neresinden donulse kardir ya, Tuba'ya minnetarim bu konuda. Beni aralarina davet ettikleri bu doga programi, beni iyi bir silkeledi, cigerlerimi temizlememe vesile oldu, acik havada yapilan sporun verdigin yorgunlugun bile tatli oldugunu ve tabi ormanda yakilan mangalda pisen etlerin ve yaninda gelen hos muhabbetin zevkinin farkli oldugunu hatirlatti. Gec sabah kahvaltisi ile baslayan gunumuze, 6 kmlik yuruyus parkurunu tamamlayarak devam ettik.





Tamam, kabul ediyorum, arada hile yaptik, girilmesi yasak bolgelere girdik, bentler ustunden yuruyerek gectik, demirlerden atlayamayip yerlerde surunduk (daha dogrusu bir tek ben surundum;) ama ana patikaya yine baglandik ve ustun basariyla yolu bitirdik. Ve elbette mangalda pismis biberler, domatesler esliginde kofteleri, pirzolalari midemize indirdik.



Yemek faslimiz cok mu uzun surdu, yoksa hava mi erken karardi anlamadim ama atesi sondurdugumuzde goz gozu gormuyordu. Yere bastikca, yerleri kaplayan yapraklarin cikardiklari citirtilar esliginde, diger ailelerin kamp atesleri disinda hic bir isik kaynagi olmadigindan gokyuzunde gorunur bir hale gelen yildizlarin altinda toparlandik, arabaya dolustuk ve donus yoluna gectik. Pazar gunu olmasi dolayisiyla, orman yolunda hafif trafik vardi ama gecirdigimiz gun o kadar keyifli ve dogaldi ki, hic bir sey insanin tadini kacirmaya yetmedi.

29 Kasım 2008 Cumartesi

Deff Balans'ta



Gecen sene Doritos Cover Fest'07 de birincilik kazanan, Gorkem'in de gitar caldigi grup Deff, 29 Kasim aksami Eti Crax Cover Fest'08'in Balans'taki ilk elemelerinde konuk sanatci olarak sahne aldilar. Gecen sene Italya'da oldugumdan katilamadigim final ve odul toreni cok icimde kaldigindan, yine ayni organizasyon kapsaminda onlari sahnede calarken dinlemek cok iyi geldi. Bakalim onumuzdeki gunlerde hangi sahnelerde onlari izleme sansimiz olacak, merakli bir bekleyis icindeyim...


Doritos Cover Fest'07

22 Kasım 2008 Cumartesi

Robert's Coffee




Kahvalti icin yeni bir alternatif, ve oldukca basarili zannimca. Benim gozumde hala minik olmasina ragmen, kendi artik buyudugunu iddia eden kardesim ile sabah evden kahvalti etmeden cikinca, kendisi her zaman takildigi ve kahvaltisina bayildigini soyledigi Robert's Coffee'ye goturdu beni. Soyledigi kadar varmis; kahvalti tabagi da, beyaz peynirli omlet ve portakal suyu da oldukca basariliydi.. Kahvalti meraklisi Ipeknimo'ya duyrulur;)

Gecenlerde Taksim'de yururken, Markiz Pastanesi tabelasinin altinda "by Robert's Coffee" yazisini gorup bu markadan sogumama ragmen, yiyeceklerini yiyip begenince, birde eksi sozlukte Markiz'in Robert's Coffee subesi olmadigini, sadece sahipliginin el degistirdigi, yani geleneksel yapisini degistirmeden hizmet verdigini okuyunca biraz icim isindi yine.

20 Kasım 2008 Perşembe

Keske...

Keske demek ne kadar koyuyor insana eger gec kaldiysa bazi seyleri yapmakta. Ragip Istek, hem editorial hem ilustrasyon derslerinde beraber calistigimiz, ayrica Su Dergi'sinde de calisma firsatini yakaladigim cok sevdigim bir hocam . Kendisi ile mezun oldugumuzdan beri hic iletisime gecmemis oldugumu, onu kaybettigimizi ogrendigimiz anda farkettim. Onun sinifta bize surekli sarfettigi sozlerinin nerdeyse hic bir gun dilimizden dusmedigini farketmemde ayni zamanda... Ozellikle sinifin arkasinda saklanmis, odev yetistirmek icin hizli hizli tasarim yaparken beni yakalayinca, "ne o kiz, pilav yapar gibi tasarim mi yapiyorsun" demesini o kadar cok aniyordum ki. Siyahin icinden bize dogru gelen sebze ilustrasyonlarindan, jilet gibi web sitelerine neler yaptik, belli belirsiz seyleri peri boku diye adlandirinca koptuk, juri sirasindaki acimasiz elestirilerden o kurtardi bizi, o savundu. Cok tatli, cok komik, cok samimi ve gercekten farkli bir kisiydi. Onunla calisma firsati buldugum icin cok sansli, onu bu kadar erken kaybettigimiz icin cok uzgunum...



Ragıp İstek
2005-2006
Yagli Boya Resimler

18 Kasım 2008 Salı

Iyi ki dogdun, Ipek!



Pazar gecesi Nihan'dan telefon geldi. Ertesi gun, yani 17 kasim Pipet'in dogumgunu oldugundan nasil bir atraksiyona gecilecegini konustuk ve tabii ki de bir surpriz plani ustunde durduk;). Nihan'in onerisi kulaklara cok hos geldiginden, DigiMind ofisine bir baskin planini hayata gecirmeye karar verdik. Nihan sabahtan Ipek'e eslik etti; Merve, Mehlika ve ben de daha sonradan damladik ofise, elimizde pastamiz ve inek olduguna inandigimiz (daha sonra ofise yerleseceginden bi haber oldugumuz) terliklerle. Burnumuzu cama dayamis iceri bakarken bir sonuc alamayinca, Elif yardimimiza kostu. Mumlar yanar pozisyonda super bir giris yapamasakta iceriye, Ipek yine de sasirdi ve sevindi diye dusunuyorum;)




Mumlar yakildi, fotograflar cekildi, kasikla pasta kesildi, ellerle yenildi. Okula gitmek konusunda oldukca kararli gozukmesine ragmen Ipek caydirildi ve ofisin alt katinda yayildik. Ayni eski gunlerdeki gibi, cok iyi geldi toplanmak kizlarla. Muhabbet ederek aksami ettikten sonra da, aksam yemegine ciktik.



Asmalimescit Otto'ya gidecegimizi duyunca baya sevindim dogrusu. Uzun zamandir Otto'yu duyup, cok merak ediyordum. Kismet fotograf makinamin yanimda olmadigi bu guneymis... Onun icin sadece yediklerimden ve begendiklerimden bahsedebilecegim.

Aslinda benim methini duydugum Santral Otto idi, Santral Bilgi Universitesi icindeki. Ama ha Santral, ha Asmalimescit farketmez diye dusundum ve dekorasyonunu ve yemeklerini merak ederek Otto'nun yolunu tuttuk. Web sitesini gordugumde tarz olarak daha farkli bir yer canlansada aklimda, minik ama hos ve rahat bir mekan karsiladi bizi. Masalari kaplayan menuler ustunde uzun bir cebellesme sonunda Biftekli Salata yemeye karar verdim. Ofis ile ev arasinda gelgitlerim rutine oturdugundan beri, yediklerime hic dikkat edemez oldugumdan, salata ve sebze tuketimine tez zamanda donmeyi planliyordum. Once masada cogunluk pizza yerken, benim salata yeme fikri hosuma gitmese de, bifteklerin tadi damagimda kalinca ne kadarda dogru bir secim yaptigimi farkettim. Digerlerinin tadini bilemem ama bu salatayi siddetle tavsiye edebilirim. Ayrica menude risotto, aperitivo, dana carpaccio, parma prosciutto ve bol miktarda bulunan pizza seceneklerini gorunce, italyan mutfagi agirlikli gibi gelse de az ama oz bu menude cok farkli tatlarda mevcut. Hem sahsen ne kadar az secenek, o kadar kaliteli yemek diye dusunuyorum.

Enteresan olan noktalara gelince, pizzanin boyunu merak edenler icinde, menunun alt kisminda 35 cmlik bir cetvel mevcut (grafik bir ayrinti olarak gozumden kacmis degil;). Ayrica her masada, icinde pastel boyalarin oldugu birer bardak var; sanirim insanlar menulerin uzerine yazi yazabilsin ya da bir seyler karalayabilsin diye, en azindan biz oyle yaptik ve eglendik. Fakat beni rahatsiz eden bir konu var ki, bu da insanlarin bu pastel boyalari duvarlari karalamak icin kullanmasi. Daha onceden Kanyon Numnum'da da gordugum bu goruntu bana hic estetik ya da sempatik gelmiyor, hatta rahatsiz ediyor diyebilirim.

Neyse, yemek fotograflari koyamadigim icin kendimi affettirmek adina, cok begendigim web sitelerinden indirdigim menuyu de buraya koyuyorum; ne var ne yok, nedir ne degildir gorebilin diye;)

Sonbahar

Son zamanlarda havalar o kadar guzeldi ki,kis gelmek ne kelime, sonbahar bile gelemedi diyebilirdim bahcemizde sigla agacinin yapraklari sararip kizarmasa, pitir pitir dokulmese... Havalar yoksa soguyor mu demeden ben, bugun pencereden disari bakmadan giyinip cikinca resmen dimdizlak kaldim ortada. Meger atki, sapka, eldiven sezonu gelmis, benim haberim yokmus;)

Pazar gunu Zekeriyakoy yolu uzerinden Demircikoy'e gittik. Ormanin icinde yapraklarin her yeri kapladigi, pur dikkat olmani saglayan virajlar surekli kivrilirken araba kullanmaktan ne kadar keyif aldigimi hatirladim bu sonbahar gununde. Ve de dayimlara gitmenin her seyini sevdigimi farkettim; yolunu, somine basi muhabbetlerini, dayimin ozel soslarla marine ettigi etleri, tadi insanin damaginda kalan soslarini, toni yengenin tatlilarini...




Ve edi'yi, buddy'i, ludwig'i ve beethoven'i... yani kopeklerini, iguanalarini ve 10 yasindaki kedilerini..


Buddy

Ludwig

Beethoven

Yine her sey cok guzeldi, yine gecenin bir korune kadar kalkamadik yerimizden. Yalniz eski zamanlardan oldukca sessizdi tabi; herkes bir yerlere dagilmis durumda. Bu sefer ben Istanbul'a dondum ama Duru Seattle'da, Arman Edinburgh'da... Istanbul'da insan sevdikleriyle, akrabalariyla surekli gorusemiyor olsa da, aile toplantilarinda insanin gozleri orda olmayanlari ariyor, ozluyor. Ama yine de Toni yenge kim var, kim yok demeden yilin her doneminde evini her seferinde bir oncekinden daha ozenle kose bucak susluyor; Thanksgiving, Christmas, New Year, Easter, Halloween vs. icin, farketmiyor..


Bu da thanksgiving hindisi (by Jonice;)

16 Kasım 2008 Pazar

Abracadabra


Gecen hafta Yenikoy ile basladigim bogaz turuma, bu hafta Arnavutkoy ile devam ettim.

Anadolu Hisari'ndan Emirgan'a 10 dakikada vapurla gecerek basladigim gune, yagan yagmura, camur sicratan arabalara ragmen acayip mutlu bir baslangic yaptigimi soyleyebilirim. Kopruyu arabayla gecmek yerine bogaz yolunu minik bir tekneyle gecmek, bogaz kenarina dizilmis yalilari disardan bir bir seyretmek acayip huzur verdi. Her seferinde keske hergun karsiya boyle gecebilsem, keske araba kullanmaya mecbur kalmasam diye dusunmeden edemiyorum. Vapur sonrasi, Emirgan'dan Arnavutkoy'e otobusle gectim, ve Ipekle bulusmak uzere anlastigimiz restorani, duragin sag arkasinda elimle koymus gibi buldum.

Geleneksel ve deneysel oldugunu soyledikleri mutfak konsepti dolayisiyla Abracadabra ismini almis bir restoran dusunun. Mutfak anlayışı, Anadolu’nun dört bir tarafından ve köy pazarlarından toplanan çok zengin bir yelpazedeki katkısız malzemelerin kullanimini temel aliyor. Dört katlı bu tarihi yalıda, her şey sanatla yoğurulur ve tutkulu bir aşkla pişirilir, içine ruh katılır deniyor. Bu kadar lafin ustune de, iyi yemek uzun zamanda hazirlanir, haberiniz olsun diye ekleniyor. Oldukca iddialilar yani;)

Neyse bar, mutfak, yemek odasi ve salon diye ayrilmis 4 kat ustune kurulmus Abracadabra. Biz yemek alacagimiz icin yemek odasi katina gectik ve ayni bir ev gibi dosenmis, farkli mobilya kullanimi ile renklendirilmis minik alana yerlestik. Ara sira bulutlarin arasindan yuzunu gosteren gunesin gozume girmesine aldirmadan, menunun icinde kayboldum. Yemek isimleri yabanci, fiyatlarda biraz yuksek! oldugundan menude uzunca bir sure goz gezdirdikten sonra, az balik corbasi ile basladik, guvecte karidesli manti ve thai usulu bonfile ile devam ettik. Baslangicta gelen taze misir ekmegi, ispanakli ekmek ve kepeklilerle gelen zeytinyagi ile mestolduktan sonra, tuzlu ve acili corba acayip guzel geldi. Giris o kadar basariliydi ki, onlari takip eden yemekler icin de yuksek bir beklentiye girdik ama Thai usulu bonfileden zencefil tursusu cikinca, Ipek baya bir hayal kirikligina ugradi. Bende guvecte karidesli mantiyi begendim ama yine de.. sanirim daha farkli bir seyler bekliyordum.





Yine de ortamin enerjisi, yalinin konumu ve baslangiclarin basarisi dolayisiyla, oldukca iyiydi. Belki ana yemekler yerine, baslangic menusunden devam etseydik, her sey daha da guzel olabilirdi...

10 Kasım 2008 Pazartesi

Sandal Balik Evi



Uzun zamandir Bogazici'ne inmemistim. Gectigimiz cuma gunu Toni yengenin dogumgunu vesilesiyle Yeniköy'deki bir restorana davet edilince baya mutlu oldum, annemlerin pesine takildim. Sandal Balik Evi daha onceden de kucuk ve salas oldugunu duydugum bir balik restorani. O kadar kucuk ki, havanin baya sogumasina ragmen kendimizi disarda otururken bulduk, once bir sasirdim. Soguktan biraz tedirgin olmama ragmen, onlem mahiyetindeki meshur ufo ısıtıcılar ve her sandalyenin ustundeki 'sandal balik evi' imzali polar şallar, hatta ve hatta sırtımız rahat etsin diye etrafa serpilmis bel yastiklari direk pozitif bir hissiyat yaratti bende. Leziz yiyeceklerin oldukca hizli servis edilmesiyle de "tekrar gelirim ben buraya..." dedirtti bana.

Gelelim neler yedik, hangilerini begendik kismina ... Misir ekmegi ve patlican salatasiyla giris yaptik, kalamar ve karides guvec ile devam ettik. Dogumgunu cocugunun istegi uzerine gelen, ustunde sarimsakli zeytinyagi gezdirilmis salatamizin yaninda balik servisi de yapildi. Balık böreği, balık mantısı, balık köftesi, balık kokoreç, balık dolması ve balık iskender gibi bir cok farkli ve ozel lezzet sunuluyormus burada ama biz tabii ki de, izgara cipura ve dilimlenmis palamuttan sasmadik. Hersey gercekten de cok taze ve lezzetliydi, ortamda cok temiz ve sempatik. Sandal Balik Evi tam 7 yildir Köybaşı Caddesi 143 numarada bulunuyormus, daha kolay bir tarif icin McDonalds'in karsisinda diyebiliriz (gerci McDonalds'in da kamule oldugunu soylemekte fayda var).

Yeniköy'e gelince (bilmeyenlere), kendisi Boğaziçi'nin Rumeli yakasında, Sarıyer İlçesi 'nde İstinye ve Tarabya arasında yer alan semt. İstanbul'un fethi sırasında harap bir semtken Osmanlılar tarafından 16. yy'da imar edilmiş 18. yy'dan beri de hep seçkin bir semt olmuş (wikipedia;). Bugunlerde, sahil kesimlerinde İstanbul'un seçkin ve zengin zümresinin yaşadığı, sahile inen yamaçlarda çeşitli sitelerin yanında eski evlerin yer aldığı, daha yukarıda yeni yapılan sitelerin olduğu bir yer. En çok tercih edilen yer ise Köybaşı caddesiymis, yani bizim balikcinin yeri;)

6 Kasım 2008 Perşembe

Mustafa



Ne kadar cok konustu insanlar bu film ustune; merak etmemek, gitmemek imkansiz bir hale geldi. Bende kalemine inancimin sonsuz oldugu Can Dundar'in bu filmine, ne idugu belirsiz önyargılarla dolup tasar bir sekilde gittim. E bir sekilde de gardimi almistim elbette. Suclamaya neden olabilecek her replik ya da gorsel girdiginde kendi icimde curutmeye hazirdim karsi tarafin tezlerini.

Film bittiginde bende de bir hayal kirikligi yok degildi ama kesinlikle diger insanlarin yasadiklari cinsten degil. Benim hayal kirikligim yanlis beklentiler icine girmis olmamdan dolayi, bir belgesel yerine bir film bekledigim icin oldu. Tamamen benden kaynaklanan bir durum. Filmi gorsellik ve icerik acisindan degerlendirecek olursam, iste bu gorsel kisim beni hayal kirikligina surukledi... Can Dundar'in kendi aciklamalarinda da belirttigi gibi, televizyon sahnesinden sinema perdesine gecis yapacaklari da belli olduktan sonra belgesele ihanet etmeden drama unsurlari eklemek ya da genc kusagin kolay izlemesini saglamak uzere animasyonlari zorlamak gibi islere giristiklerinden bahsediyor ama hep cok temkinli bir sekilde ilerlediklerinin altini surekli olarak ciziyor. Iste bende bu noktada bu kadar temkinli davranmalarinin filmi biraz tikanikliga surukledigini dusunuyorum. Fragmanlarda gosterilen Mustafa'nin Langaza’daki karga sahnesi ya da yurtsuzlugunu simgeleyen tepede cali cirpidan kendine ev kurdugu sahne gibi sahneler beni daha farkli, gorsel acidan daha yaratici bir belgeselimsi film beklemeye itmisti sanirim.

Gelelim icerik konusuna ... Acimasizca elestiri yapan insanlarin dusunmekten yoksun, yorumlamaktan yoksun, ezberci kisiler olarak goruyorum. Insanlarin sagda solda yaptiklari yorumlara bakip dehsete dusuyorum. Yok efendim 'Yalan yanlış bilgilerle tarihi saptırmalarla dolu film' demis kimisi, kimisi 'atatürk'ü aciz göstermeye çalışıyorlar' demis, yok alkolikmis, yok eksik ve hatalarindan bahsediliyormus, yeterince basarilarina yer verilmiyormus...

Can Dundar ne diyor? Ben Ataturk'u anlatmiyorum, Mustafa'yi anlatiyorum. Onun ne kadar buyuk ve basarili bir asker ve devlet adami oldugunu zaten biliyoruz. Tarih yazmayi basarmis, turlu zorluklari asmayi becermis Ataturk, bir robot degil ki... O da bir insan; onunda mutluluklari, sıkıntıları, korkulari, ihtiyaclari var; butun insanlar gibi. Insanlar bu filmin dogaustu bir varlik olarak bize anlatilan, belletilen, turlu dusunceleri ezberletilen Mustafa Kemal Ataturk olgusunu catirdatan bir yapim olarak goruyor. Halbuki onun da bir insan oldugunu bize hatirlattigi icin ben yanlis bulmuyorum.

Mustafa Kemal Ataturk'un de bir insan oldugunu anlatan basarili bir belgesel, evet. Ama aktarim bicimi olarak beklentilerimin altinda, sıkıcı bir yapim olmus diye dusunuyorum.

4 Kasım 2008 Salı

Mrl'in Suflesi



Yetenek avcisi Mrl, sonunda kendi yetenegini de kesfettigini ilan etti.
Uzun bir suredir, bizim kizlarla toplanmamistik. Mrl acayip guzel bir organizasyon yapti, hepimizi Yakacik'a cagirdi. Bizi catlayana kadar yedirdi, icirdi, eglendirdi;) Tamam artik yeter biz bittik derken, havanin kararmasi/isiklarin yanmasiyla renklenen manzara esliginde sufleler servise cikti. Damarlarimda akan kana cikolata karisti zannettim resmen, zaten kendisi de tarif uzerinde nasil oynadigini daha sonra itiraf etti. Hersey cok guzeldi. Ustelik sufle sonrasi fenalasanlara saglik hizmeti de saglandi;)

26 Ekim 2008 Pazar

Taksim'i Sel Aldi...

2 haftadir Taksim Fototrek Fotograf Merkezinde Murat Tekin'in verdigi studyo fotografciligi atolyesine katiliyordum. Bugun bu cok kisa olan atolyeyi tamamladim ve sonunda studyonun temel terimlerini, alet edavatini ve studyonun temel taslarindan olan pozometre ile olcum tekniklerini ogrendim, yuppi!




Ders cikisi butun gun boyunca devam eden yagmur hala devam ediyordu. Yazin sicaklarindan sonra ozlem duydugum, icimi serinleten yagmur damlaciklarinin altinda amacsizca dolanmak baya cazip geldi ve otoparka gitmek yerine meydana dogru yurudum. Ben tirmandikca yagmur hizlandi, tramvay yolundan akan su gurlesti, ayakkabi boyunu yavas yavas gecti. Kimi yerde parmak ucumda, kimi yerde topuklarimin ustunde ilerledim. Karsidan karsiya gecmenin imkansizlastigi bir noktada "Hare Krishna" ezgilerini duyunca kulaklarima inanamadim;), gecen sene Venedik festivalinde tanisma sansina eristigimiz topluluk uyelerinden ikisini kumas parcalarina sarinmis, ciplak ayaklariyla raylarin ustunden akan sularin icinde hoplayip ziplar ve sarkilarini soylerken gordum. Bunlarda neyin nesi sorusu ordan gecen ve bu ikisini goren herkesi etkisi altina almisken, bende hem onlari hem de onlari saskinlik icinde izleyenleri izleyip eglendim. Maalesef ki bir elimde semsiyem, bir elimde cantam fotograf cekmek icin musait degildim ve o ani fotograflayamadim. Ama bu saatten sonra karsi cikabilecek seyleri tahmin edememenin heyecani ile, kamerami cantasindan cikarip sikicana sarildim. Odakuleye dogru donus yoluna gecmistim ki, Yapi Kredi'nin onunde resmen bir göl karsiladi beni, bizi, oradan gecen herkesi (ya da gecemeyecek olan desem daha dogru olur). Cogunluk gibi bende o göle girdim, sırılsıklam oldum, rahatladim. Sonucta islak ama cok guzel bir gundu... Islanmak ne guzel seymis, unutmusum. (melo'ya sevgilerimle...) Havlu coraplarla giydigim spor ayakkabilarim yerine, japon turistlerin ayagindakiler gibi ince bantli terliklerim olsa ayagimda, onden giren su arkadan ciksa keske diye dusundum.




Shuttle gorevi goren polis araci, bazi vatandaslari sudan geciriyor...

24 Ekim 2008 Cuma

Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.

T.C. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereği bu siteye erişim engellenmiştir.

Access to this web site has been suspended in accordance with decision no: 2008/2761 of T.R. Diyarbakır 1st Criminal Court of Peace.

17 Ekim 2008 Cuma

be made Ceramic Works





Dun Galata tarafindaydim. Italya'da Mehli araciligi ile tanisma serefine eristigim Berra'nin;) (ki kendisi, Berra Ertürk ve Ekin Özbiçer, iki arkadas Marmara Üniversitesi GSF Seramik Bölümü mezunu olup, 2007 yazında "be made Ceramic Works" yaratanlardir..) uzun zamandir merak ettigim atolyesini gormek icin Beyoglu'na ciktim. Cihangir'de bulunan ilk atolyelerini gorme firsatim olmadi ama Galata'da bizi karsilayan yeni mutevazi yerlerine bayildim. Giris kati olup, ayni zamanda iki katli olan bu yeni atolyelerinde, yarattiklari ve yaratacaklari sempatik karakterlerini, hepsi birbirindan tatli broslarini ve diger emek kokan tasarimlarini ileriye tasirken sans onlardan yana olur, yaraticiliklari hic eksik olmaz.

13 Ekim 2008 Pazartesi

Dünyaya Bakan Gözler




Gectigimiz cuma, Fototrek Fotograf Merkezi'nde duzenlenen belgesel fotografi destekleme konusunda basi ceken kurumlardan biri olan Alexia Vakfi'nin "Dünyaya Bakan Gözler" sergisindeydik. Kurulus amaci 1991'den beri profesyonel ve ogrenci fotografcilara dunya barisini ve kulturler arasi anlayisi vurgulayan fotograflar uretmeleri konusunda destek olmak, burs saglamak bu vakfin. Istiklal caddesi Misir Apartmanindaki, Dünyaya Bakan Gözler sergisinde de son 15 yılın burs kazanmış çalışmalarından örnekler mevcut. Sergi 18 fotografcinin siyah-beyaz fotograflarindan olusuyor. Hatta bu fotografcilar arasinda daha onceden adini belgesel fotograflariyla bolcana duydugum Ami Vitale de bulunuyor. Meksikadaki sokak çocuklarından Çernobil faciasının kalıntılarına; Müslüman göçebelerin devam ettirdikleri geleneklerden Afrika'daki dünya yiyecek programına kadar birçok farklı konunun islendigi fotograf projeleri 31 Ekim'e kadar Fototrek Fotograf Merkezi'nde. Bu arada sergi acilisinda bulunan Ami Vitale hem guzel, hem basarili... Pipet ile kendisini kiskandik;) Bi de sergiden ayrilirken Pipet Ami'ye sarilip opunce, ben de onu kiskandim ;)

12 Ekim 2008 Pazar

My Neighbour Totoro

Bu aralar Miyazaki'ye sardim. Gittim 4lu bir film seti aldim, doya doya izlerim dedim ama aksilik bu ya, ilk izledigim film takilinca ve adamlar aynisini bulamayinca filmlere doyamadan geri vermek durumunda kaldim (ama vermeden hemen bi tanesini daha izliyim dedim)



1988 yapimi Japon animesi Komsum, Totoro; Satsuki ve Mei isimli abla kardes iki kiz kardesin babalariyla beraber kirsal bolgeye tasinmasiyla basliyor ve ormanin koruyucusu olduguna inandiklari Totoro ile tanisiyorlar. Otobus seklindeki dev kedi ile yolculuklar yapiliyor, ayinsel danslar esliginde mese palamutlarinin buyumesi izleniyor... Yine cok tatli, yine cok eglenceli bir film.

11 Ekim 2008 Cumartesi

Kiki's Delivery Service



Eiko Kadono'nun ayni isimli romanindan alinmis 1989 yapimi Hayao Miyazaki eseri. Disney ve Studio Ghibli ortakliginin ilk urunu. Kiki, 13 yasinda 1 yilligina cadilik egitimini almak icin farkli bir sehire gitmeye hazir genc bir kiz. Jiji de onu nerdeyse hic yalniz birakmayan oldukca konuskan ve akli basinda siyah kedisi. Ikisinin, Kiki'nin annesinin supurgesi ve babasinin radyosu ile baslayan sakarlik dolu macerasi, Kiki'nin her gecen gun yaptigi yeni dostluk girisimleriyle kendi yolunu cizmesini sagliyor.

Miyazaki'nin butun filmleri guzel ama nedense Kiki'ye daha bir yakinlik hissettim. Hatta Jiji gibi bir kedim olsun istedim (corap duymasin) Heralde filmin yeni bir baslangic ustune donmesi beni kendine cekti. Belki 13 yasinda degilim ama ... Ne de olsa; insanlar aldiklari sorumluluklarla olgunlasiyor ve ne kadar erken baslarlarsa o kadar hayatta basarili oluyor. Hayat goz acip kapiyincaya kadar ellerimizden aktigina gore, bir an once neye girisecekse insanin adim atmasi gerekiyor.

"..Kizim sana soyluyorum, gelinim sen anla", aslinda benim burda soylemek istedigim. Ayrica bu sozu kendine soyleyen ilk insan olabilirim;)

8 Ekim 2008 Çarşamba

Anahtar

Evvelsi gece aklimi kaybediyorum zannettim...

Sabahtan aksama babaannemle gecirdigim cok guzel ama yogun ve yorucu bir gundu. Yine de saglikli yasam unsurlarinin onde gideni olduguna inandigim spordan caymayip, kafama koydugum aksam planimi gerceklestirmekte kararliydim. Gorkem'i de gunler suren didismelerimiz sonucu ikna etmis bulunduguma gore hic bir problem yoktu; giyindim, cantami yaptim, arabanin yolunu tuttum.

Bu arada Milano'da gelisen cevre bilincim, Istanbul'da etrafimdakiler tarafindan anormal karsilansa da, ben evde elimden geldigince kagit ve camlari ayirmaya calismaktayim. Eger kagitlari normal cope atarsam, kendimi cok yanlis bir sey yapmis gibi hissediyorum, rahatsizlik duyuyorum. Via Eustachi, 32 numaradaki cop mufettisimiz Marcellini belki yok basimizda ama kagidi, camli, plastigi ve normal copu ayirmak meger aliskanlik yapiyormus:)

Neyse konuya donecek olursam, kapida daha onceden yigdigim 3 cop torbasi dolusu kagit vardi. Spora giderken yolda, o kagitlari ilgili yere atmaya niyetlendim. Once torbalari arabanin yanina tasidim. Arabanin bagajini anahtarla actim ve torbalari bir bir yukledim. Gorkem de son parcayi bagaja koyduktan sonra gitmeye hazirdik ve sadece tek bir eksik vardi... O da arabanin anahtari... Ceplerime baktim, cantami ters duz ettim. Butun kapaklari actim kapadim, koltuklarin altina baktim. Arabanin yeni yeni bolmelerini kesfettim ama anahtari bulamadim, bulamadik. Bagaja giristik sonra, torbalari indirdik, alasagi ettik acaba gazatelerin arasina mi karisti diye... Yok yok yok ... Resmen yer yarildi yerin icine girdi, ya da seytan aldi goturdu, satamadan getirdi... fln derken buldum kendimi. Bahceye de baktik, sarmasiklarin arasinda elimizi gezdirdik, sonuk bir fenerle gectigimiz yollari aydinlatmaya calistik. Yok yok yok... Ve anahtar ortaya cikmadi, saat gece yarisi oldu.. araba acik kaldi ve ben resmen cildirdim. Annemlerden gelen yola dikkatli baktiniz mi, biri bulursa gece arabayi alir giderse sorusu ise butun gece uyuyamama neden oldu. Surekli camdan arabanin yerinde durup durmadigini kontrol ettim. Daldigim kisa aralarda ise, yine anahtarin pesindeydim. Sabah saatimi erkene kurdum ki, yeni gunun isigiyla tekrar bakayim 10 kere 100 kere baktigim yerlere... Surekli ayni seyi yapmak ve sonuca ulasamamak gercekten yipratiyormus insani, yiprandim. Inanilmaz bir umutsuzluga kapildim. Sabah Gorkem'i otobuse biraktiktan sonra, havaalanina annemleri almaya gittim. Aklimda tabi tek sey, anahtarin yoklugu ve evin onunde kapilari acik duran annemin arabasi.

Annemleri aldiktan sonra, dogru eve geldik. Nasil butun gece kendimi ayni cevapsiz sorular ve negatif dusunceler icinde bogduysam, bu yolda oyle gecti. Annem buluruz buluruz telasa gerek yok derken, babam her zaman ki gibi negatif dusuncelerinde gayet kararli ve istikrarliydi. Boylece bu konuda kime cektigim belli oldu:) Babam arabayi didik didik etti ve bulamayinca direk son karari verdi, "yoldan gecen biri geldi kesin aldi, en kisa zamanda onlemimizi almaliyiz". Annem .."bir sacmalamayin" diye israr etti. Biri bulsa anahtari, yarin geceyi neden beklesin ki? Merdivenlere oturmus kara kara dusunurken ve yerlerde goz gezdirirken ben, annem 'buldum! diye bagirdi. Gozumun onunde oldugunu zannettigimiz ama bir turlu goremedigimiz anahtar parcasi, yerde degil, gokte cikti ortaya sonuc olarak. Meger hic yere dusmemis, onun icin ses cikarmamis. Calilarin ustundeki dallardan birinin ucuna kosesine takilmis kalmis.

Omrumden kac yildi gitti, kendimden nasil suphe etmeye basladim anlatamam. Resmen kendimi salak gibi hissettim. Hadi daha onceden evde araba anahtarini kaybetmisligimiz vardi ama kapiyi actiktan sonra kaybetmeyi hic becermemistim, becereni de duymamistim. Sonunda mutlu son oldu ya, onemli olan o.Kissadan hisse, annem her zaman ki pozitif dusuncesiyle hepimizi yendi ya, bi taneciktir o:)

3 Ekim 2008 Cuma

Howl's Moving Castle



Miyazaki tarafindan yazilip, yonetilen 2004 yapimi bir japon animasyonu. Iki sene once "Spirited Away"i gormustum ama Miyazaki'nin diger islerinden de bir haberdim. Ipek'in de tavsiyesiyle, animasyon haftasonumuzu Howl's Moving Castle ile zenginlestirdik. Diana Wynne Jones'un ayni isimli romanindan esinlenerek yapilmis okuduguma gore.

Kendimi tutamayip spoiler vermemek adina tek soyleyebilecegim, sessiz sedasiz Sophie'nin sapka dukkaninda baslayan hikayesinin vardigi noktanin cok buyuleyici oldugu.

Bi de Calcifer karakteri var ki, kendisine bayildim:)