3 Ekim 2010 Pazar

Yunan Adaları-Rodos

Ege hastası bir insan olarak, Yunan Adalarını oldum olası merak etmişimdir.

Yıllar önce tek bir Atina seyahati, Yunanistan'a karşı genel bir yargı geliştirmeme ve 'ben heralde bi daha da buraya gelmem' dememe sebep olsa da, baba tarafım Girit ve Selanik dolaylarından geldiğinden midir nedir, kanım yine oraları çekmekteydi. Çoğu zaman bizimkilerden ayırmakta zorlandığım insanlarına bayılmasamda, deniz ve toprak beni çağırıyordu.

Ve annem her zamanki gibi organizasyonu yaptı. İlklerle doldu tatilimizi baştan sona planladı. İzmir'den kalkacak Ocean Majesty isimli gemimizde buluşmak üzere, onlar Bodrum'dan yola çıktı, biz İstanbul'dan. 19 Ağustos perşembe günü akşam saatlerinde Kordon'daydık. Sahilde yürüdük, güneşi batırdık, yemek yedik ve gemiye yöneldik. O anda seyahat başladı.

Seyahatin en başı tam bir fiyaskoydu... Limanda bizi karşılayan manzara, saatler önce gemiye alınması gereken bavullar sokakta! Gemide su yokmuş dedikodularına inananların 1,5 lt'den 4'er su kollarının altında... Bol bol pasaport sırasında beklemece ve beklenen sona ulaşma. Geminin merdivenlerine ulaşmanın verdiği şoku atlamadan kokteyl dağıtımı, anlık gülümsemeni kaydetmeye hazır fotoğrafçının flaşı... Odalara çıkış, kat görevlisi ile tanışma, bavuluna kavuşma faslı derken gün bitti. İlk merak ile güverteye de çıktık ama ben hemen eğimli yatağımı kontrole geçtim.



Yeni gün ile seyahat programımızı yakından inceliyim dedim ama olmadı. Eskiden bir yerlere gitmeden önce, programı ve gidilecek noktaları derinlemesine araştırırdım, bu sefer sıkıldım. Kendimi rüzgarın, dalgaların eline bırakmaya karar verdim. Baştan her günün programına bakmaktansa, her gün vardığımız limanı 'Gemi Gazetesi'nden takibe aldım.

İlk durak; Rodos

İzmir'den o kadar geç hareket ettik ki, Rodos'a vardığımızda saat öğleden sonra 3'ü bulmuştu. Hiç bir tura bulaşmadan gemiden indik ve 12 kişi olarak 3 taksiye bölündük. İlk olarak güneş ve denizden yararlanmak adına Kallithea (Terme Calitea) plajına gittik. Birer şezlong kiralayıp, çantaları üstüne boca ettik ve denize girdik. Çıkmadık. İçindeki kilisede nikah olan, restorasyon sonrası yerlerdeki taş döşemeleriyle kendine hayran bırakan termal kompleksi gezdik. Güneş batınca da, bi otobüse atlayıp merkeze döndük.



Rodos şehrinin Tapınak Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş kalesi ve UNECO Dünya Mirası Listesi'ndeki Orta Çağ'dan kalma mahallesini bulmak için biraz yürümemiz gerekti ama değdi. Rodos eski şehriyle beni kendine hayran bıraktı. Dükkanlar gündüz ayrı, havanın kararmasıyla ışıklanınca ayrı keyifliydi. Daha çok zamanımız olsaydı da, kale içindeki mahalleyi köşe bucak gezebilseydim diye düşündüm. Bi meydanda oturduğumuz kafede beyaz peynirli krep üstüne, vanilyalı dondurma eşlinde frappeyi içince keyfime diyecek yoktu.

Hiç yorum yok: