7 Ekim 2010 Perşembe

Santorini

Santorini deyince çoğu kişinin aklına 'gün batımındaki mavi kubbleli kiliseler görseli' gelir. Ada hakkında araştırma yapınca hep benzer fotoğraflar çıkar ve insanı merak ettirir... Acaba Santorini'ye gitsem nasıl bir ada beni karşılar? Bende herkesin çektiği bu fotoğraflardan çeker miyim? Cevap elbette, bir aksilik olup fotoğraflar buharlaşmazsa tabi.

Santorini neresidir, özelliği nedir sorularının cevabı Ege Denizi'nde, Yunanistan'ın 200 km güney doğusunda yer alan volkanik adalar grubu olması. M.Ö. 1650 - 1450 yılları arasında püskürmeye başlayan volkan, kısa sürede çökerek adanın 73 kilometrekarelik bir alanının deniz altında kalmasına yol açmış. Bu da tarihte bilinen en büyük volkanik etkinliklerden biriymiş, ve Doğu Akdeniz'de çok büyük yıkıcı etkiler yaratan doğa olaylarına neden olmuş... Sonuç olarak, yüzlerce yıl önce patlayan volkan, adanın dik yamaçlarını oluşturmuş ve bugünkü Santorini o yamaçların tepesine kurulmuş.



Adanın dik yamaçlarla çevrili olması yüzünden bizim de gemimiz açıkta durdu ve ufak motorlarla Thira sahiline çıktık. 500 küsür basamağı katır sırtında çıkmayı düşünmediğimizden, teleferiğe doluştuk. Yükseldikçe o kadar güzel bir manzara sardı ki 360 derece etrafımızı, Santorini'ye hayran kaldım. O an bu seyahatin en özel noktasının bu ada olacağını tahmin ettim.


Tepeye vardığımızda eğri büğrü yolları, merdivenleriyle klasik bir yunan beldesi karşıladı bizi. İlk işimiz Thira otobüs terminalini bularak, meşhur Oia'nın yolunu tutmak oldu. Santorini denince akla ilk gelen fotoğrafları veren yer!


Daracık sokaklar, dip dibe yapılmış bazısı beyaz bazısı pastel tonlarda evler dükkanlar, begonviller, olmazsa olmaz mavi kubbeli kiliseler, terasında otururken her an aşağı uçacakmışsın hissini veren kafeler...


Meğer tam bana göreymiş Santorini. Uzun zamandır hayalini kurduğum ama neresi olduğunu bilmediğim. Fotoğrafa karşı soğukluğumu üstümden atabileceğim yegane yer. Bi süre beraber takıldıktan sonra ilk defa gruptan ayrılmama sebep olan. Güneş tepemdeymiş, yüzümde zerre krem yokmuş, karnım açmış, suya hasretmişim demeden saatlerce sokaklarında kaybolacağım, kendisine aşık olacağım yunan adası.


Manzaraya karşı oturduğum kafede hayallere daldım, Dml'ya mesaj attım (gerçi gitmedi...) 'Bu adaya tekrar gelinecek, ve kimlerle gelineceğini söylememe gerek yok heralde'. Güneşin batışını seyredemeyecek olmanın burukluğunu, makinemin hafıza kartındaki fotoğraflarla dindirmeye çalışarak otobüse bindim ve Thira'ya döndüm.

Annemler ile buluştum, sanki yeterince yorulmamış ve güneşten pancar gibi kızarmamışım gibi teleferik ya da katırla değilde, yürüyerek teknenin yanaştığı kıyıya inmeyi teklif ettim. Bensizken gittikleri sahilden annem pek tatmin olmamış olacak ki, hemen kabul etti. Herkes teleferiğe, biz katırları teğet geçerekten merdivenlere yöneldik. Aman yarabbi, meğer o ne zor parkurmuş! Kokuyu almamak için tıkadığımız burnumuzla, katır pislikleri üzerinden hoplayıp zıplayarak, katırların nalları ile zımparalanmış merdivenlerde düşüp kafamızı kırmamak için dikkatli adımlar atarak ama bi yandan da annem gemi kartını teleferik ile inen babamın çantasında unuttuğundan onları yakalamak için koşturarak... Aşağı vardığımızda bacaklarım tutmuyordu. Zangır zangır titreyerek bindiğim gemide, tek hayalim yalnız gezerken çektiğim fotoğraflara stoklamaktı. Hemen sadete gelmek gerekirse, güneşin en güzel açı ile geldiği o mavi kubbeli kilise fotoğraflarım ve diğerleri vardı ya, artık onlar yok... En çok korktuğum şey, Santorini'de başıma geldi. Fotoğrafları aktardığımı sanıp, karttan sildiklerimi bi daha görmek kısmet olmadı. Canım yandı resmen ama kadir kısmet dedim, unutmaya çalıştım. Tekrar geldiğimde daha güzellerini çekerim...


İşin aslı, bu adaya gidip yazar, şair, ressam, fotoğrafçı olmadan dönmek zor! Ada o kadar farklı, o kadar sıcak ve romantik ki, adaya ya da adada birine aşık olmadan dönmek daha da zor...

Hiç yorum yok: