28 Kasım 2009 Cumartesi

Trinidad



Küba'nın güney sahilleri tarafında, Cienfuegos'a 80 km uzaklıkta bir yerleşim. Unesco'nun da koruma altına aldığı bölge, Küba'ya en çok turist çeken bölgelerden biri. Genelde sağda solda gördüğüm rengarenk fotoğrafların çekildiği yer olduğunu düşündüğümden, gitmeden önce beni de en çok heyecanlandıran yerdi. Gidence karşıma çıkan ise, kafamdakinden oldukça farklı bir görüntü oldu. Tek katlı, yıkık dökük duvarları boyalı, camsız yüksek pencereleri yüksek demirlerle çevrili, kübalı halkın turistlerin üstüne üstüne gelip, konuşmaya başlayınca ciddi sardığı, babamı oldukça tedirgin eden, benimde ısınmam için zaman gerektiren şehir de denilebilir. Halbuki bizim Trinidad'a ayrılmış tek bir gecemiz ve yarım günümüz vardı. En verimli şekilde kullanmak adına, Küba tatilinin favori oteli İberostar'ın yemeklerini kaçırmadık, gece Trinidad meydanındaki uzun merdivenlerde müziğin tadını çıkardık. Dinlemek kadar dansetmek de keyifli olabilirdi ama dansetmeyi dönüşte alacağım dans dersleri ertesindeki Küba seyahatine ya da Cuba Bar'a saklamaya karar verdim. Mohitolarımızı alırken, barın kenarında duran bir adamın babama sarıp puro satmaya çalışması, bizden iş çıkmayınca da 'bana bir bira alır mısınız?' demesi karşısında hayır diyemedim. Arkamızı dönmemizle adamın birayı barmane geri verip, verdiğim parayı cebine atması beni hem şaşırttı hem güldürdü. Sonra uyuduk uyandık ve ben hayalimdeki Trinidad'a daha çok yaklaştım, doya doya fotoğraf çekemesem de (fotoğrafını çektiğim her insan para isteyince, insan geriliyor), elimden geleni yaptım.



Küba'nın eski şaşaalı döneminin zenginlerinden birinin evini gezdik, gelmişken Trinidad pazarını da pas geçmedik. Olmazsa olmaz, sayısız resim galerisine girdik çıktık, Kübalıların renkleri arasında kaybolduk. Ev sahiplerinin pencerelerinde cam olmayan evlerini davetkar bir biçimde bütün ziyaretçilerine açmaları ise başka bir enteresandı.



Rahat fotoğraf çekebilmek adına, gruptan sık sık uzaklaşıp ertesinde otobüse yetişmek için depar atmam gerekse de, Trinidad çok keyifliydi. Yanlız Küba'da gezdiğimiz bütün yerler arasında en çok burda karşılıksız para isteyenler, çocuğuna bebek bezi isteyenler, yıkanmak için sabun isteyenler, öğrenci ya da yaşlı farketmeden kalem isteyenler, hatta oteli terkederken gruptakilerin bavullarından kıyafet isteyenler karşımıza çıktı. Sabun, şampuan, tükenmez kalem dağıtarak insanları mutlu edebilmek beni de mutlu etti ama bu insanların ufacık bir sabuna ya da kaleme muhtaç olması canımı sıktı. Bir gün yetmedi Trinidad'a. Bir daha sefere, akşam yemeğini de Paladorlarda (Devletin Kübalılara bir lütfu... halk ücreti karşılığında evinde max. 12 kişiye yani turiste yemek verebiliyor, dolayısıyla sokakta sizi kolunuzdan tutup kendi masalarına çekmeye çalışan insanlar dolanıyor) yemek umuduyla ayrıldım.

Hiç yorum yok: