6 Aralık 2011 Salı

Londra Günlüğü-3

Son günler yaklaşınca bir telaş bastı bizi. Londra kocaman bir şehir aynı İstanbul gibi. Görülecek bir sürü müze, ziyaret edilecek bir sürü enteresan mahalle, bir şey almasan bile girilip çıkılması gereken bir sürü tasarım dükkanı, içinden yürünmesi gereken parklar, yenmesi gereken yemekler gibi yapılacak çok ama çok şey var. Daha öncekini saymazsak ve bu seyahatin ilk ziyaretim olduğunu düşünürsek, etrafta 'ucundan görmeden dönmem' dedirtecek bir sürü şey var. Dolayısıyla son günlerimizi özetlemek için,'uykusuz ve dinlenmesiz, az metro ve çok yürüyüş! diyebilirim. Ne kadar öfleyip pöflesem de, işte ben bunu seviyorum sanırım:) İstanbul'a gidince dinlerim diye düşünüyorum. Tatil, insan kendini daha fazlasını alabilmek için zorladığında güzel.

Günlerden salı, hava çok ama çok soğuk ve kapalı...

Sürekli yağmasını beklediğim yağmur yağmayınca, bir hafta boyunca boşu boşuna yanımda şemsiye taşımanın dışında hiç bir şey rahatsız etmedi beni. Sıkı sıkı gidinip, bol bol yürünce de insan üşümüyor zaten. South Kensington'a metro ile geçip, yılbaşı vitrinlerine, insanların yaptığı birbirinden güzel süslemelere baka baka Knightsbridge'e geçtik salı sabahı.



Minimal ve şık kitapçılar, buz pateni sahası, Victoria ve Albert Müzesi yolumuzun üstündeydi.



Seyahatin başından beri 'sonbahar yaprakları istiyorum' diye arkadaşlarının başının etini yiyen bir insan olarak, Hyde Park fazlasıyla tatmin etti beni.



Nasıl bir güzellik anlatmak mümkün değil bence. Gidip görmek, o yaprakların üstünde hışır hışır yürümek lazım. Bisiklet kiralayıp mümkün olduğunca parkı görmeye çalıştık ama ne mümkün. Kendimi fotoğraf çekmekten alamadığımdan, Mehli, Görkem ve Sabiş helak oldu beni sürekli olarak beklemekten:) Sonuç olarak bayıldım Hyde Park'a. Anlattıkları kadar varmış... Londra'da yaşasam sürekli olarak uğrardım, aynı Milano'da yaşarken Giardini Pubblici'yi sürekli ziyaret ettiğim gibi.



Londra'ya kadar geldik, Buckingham Sarayı'nı görmeden olmaz diye, erkekleri fire verip, çekirdek kızlar kadrosu olarak oraya da yetiştik Hype Park sonrası. Pek bir beklentimiz yoktu ama 'No Guard Changing Ceremony Today' yazısını da gördük rahatladık.



Başka ne yaptık diye düşünüyorum ama işin içinden çıkamıyorum, seyahatten haftalar sonra. Fish& Chips yedik ama yerini tutturamadık sanırım, tam bir hayal kırıklığı... Londra'nın en eski telefon kulübesini de gördük, şimdi farkediyorum baya turiste bağladığımı:)

Hatırlamaya değer bir ayrıntı olarak, akşam Nazlı ve Sıla ile buluştuk. Sketch diye bir mekana gittik, içkilerimizin tadını çıkardık. Müzik güzel, mekan ondan güzel. Biz bar kısmında oturduk ama hoş bir restoran kısmı da mevcut. Her yere giderken yapılması gerektiği gibi rezervasyon şart. Tuvalet kısmı ise, 'must see!' listesinde:)

Hiç yorum yok: