21 Ağustos 2011 Pazar

Felekten bi gün -2

Yazı daha ortada yokken, başlıktan emindim. Felekten bi gün... Sonra içime bir kurt düştü ve 'sanki bunu daha önceden kullanmıştım' dedim. Meğer Nisan ayında da 'felekten bi gün' geçirmiş ve buraya yazmışım. Aylar sonra yine aynı şeyi hissetmek güzel, bu duyguyu daha sık hissetmemiş olmak ise üzücü. Başlık yerine 'felekten bi gün' etiketi oluştursam diye düşünüyorum şu an. Hiç bir plan program yapmadan, hiç bir mecburiyet olmadan, kendimi sadece kalbimin ve ayaklarımın götürdüğü yerlere götüreceğim günler için bir etiket!



Pazar sabahı aile saadeti yapalım dedik ve kahvaltı için geç kaldığımızı inatla savunan babamızı Rumeli Hisarı'na götürmeye karar verdik. En son 2009 Aralık ayında gittiğim Lokma'nın kalabalığı karşısında küçük dilimizi yutacakken, kapalı mekandaki masalardan birine yerleştirildik. Menemen, mıhlama, sunum olarak gördüğüm en kötü peynir tabağı eşliğinde çay ve portakal suyu ısmarlayıp, boğazın keyfini çıkarmaya çalıştık. Gazeteler ve Aykut Oğut eşliğinde yedik içtik ve günümüzü planlamaktan kaçınırken bir sonraki durak ne olsa diye konuştuk durduk.



Sahil yolunda yürüyüşe çıktık önce. Turist Ömer modunda fotoğraflar çektik, çektirdik. Yürüdük, güneşlenenlerin yanından geçtik, denize girenlerle konuştuk. Suyun sıcak, dışarı çıkınca havanın soğuk olduğu havadisini aldık. Hisarın yanından geçerken tepeye tırmanmaya karar verdik.



İstanbul Boğazı'nın en dar ve akıntılı kısmında inşa edilen Rumelihisarı'nın, Hisarlar Müzesi kapsamında gezilebildiğini bilmiyordum. Hisarın avlusu o kadar yeşil ve güzel, manzarası o kadar eşsiz ki, mutlaka gidip gezilmeli. Yalnız hisarın etrafını çevreleyen surlar birbirinden kopuk, dolayısıyla her kule için tekrar tekrar inip çıkmak kaçınılmaz...


Abdullah Biraderler'den bir Rumeli Hisarı fotoğrafı.
Sadece 100 yıl önce; hisarın etrafı yemyeşil, el değmemiş ve huzurlu...


Rumeli Hisarı'ndan sonra Nar Cafe'de kahve molası verip soluklandık.


collage: http://blissfullydomestic.com/

Sonrasında İstanbul Modern'deki Son Kodachrome sergisine uğradık. 1936'da üretilmeye başlanan Kodachrome'un 74 yıl sonra üretimine son verilmesine karar verilince, McCurry son filme talip olmuş ve sürecin sonunda bu sergi oluşmuş. Portre fotoğraflarının içerik ve grafikleriyle bana hep ilham veren, Magnum Ajansı ve National Geographic'in fotoğraf sanatçısı Steve McCurry'nin 'son' 36 fotoğrafı ne şekilde kullandığını merak ettiğim kadar varmış... Son filmini Hindistan, New York ve İstanbul'da kullanan sanatçı, 30 Aralık 2010'da bu filmi yıkayacak tek laboratuvar olarak ayakta kalmış olan Dwayne's Photo'nun bulunduğu Kansas eyaletinde de 3 kare fotoğraf çekmiş. Sağlam çıkan 31 fotoğraf arasında, otel odasında ayaklarını uzatmış dinlenirken, oturduğu yerden ayaklarının ve televizyonun gözüktüğü bir fotoğraf ve McCurry'nin kendi portresi de var.

--
Bütün gün ayakta durmamıza rağmen, dinlendirici bir pazardı. Günün sonunda vardığım nokta ise, tez zamanda Hindistan yolcusu olmak istediğime karar vermem...

Hiç yorum yok: