10 Haziran 2009 Çarşamba

İstanbul'un Arka Bahçesi, Polonezköy



Eskiden Polonezköy diyince insanın aklına oldukça uzaktaki bir sayfiye yeri gelirmiş. Arabaya binip, kilometrelerce ormanın içinde ilerlemek, dere tepeyi aşmak, virajlı toprak yollardan geçmek gerekirmiş ulaşmak icin bu güzeller güzeli yere. Yol bazısının gözünde o kadar büyürmüş ki, günübirlik gitmeyi akıl karı bulmayıp, gece kalmayı daha uygun bulurlarmış. Bugün yapılan yollar ve ulaşımda son teknolojiler ile Polonezköy, Kavacık’tan sadece 15 dakika uzaklıkta.

Yıllar geçtikçe Polonezköy’e gitmenin usulü değişmiş ama Polonezköy’e gitmenin nedeni hiç degişmemiş. Dün olduğu gibi bugünde, günübirlik / kalmalı demeden herkes Polonezköy’e temiz hava, bol gıda prensibi ile kendini doğaya bırakmak ve mideyi tıka basa doldurmak için gidiyor. Geçtiğimiz hafta, bende annemlerin peşine takıldım yeşile duyduğum özlemle. Ben öğlen yemeğine gidicez zannederken, meğer planın kahvaltıyı takiben doğa yürüyüşü ve öğlen yemeği olduğunu ve dönüş öncesi beş çayı keyfinin kaçınılmaz olduğunu öğrendim. Günlerden pazar olunca, sabahın erken saatinde yatağımdan kazımaları gerekti beni ama az uyumama gerçekten değdi.



Polonezköy hem doğası, hem de enteresan oluşumu ile çok dolu ve görülmeye değer tarihi bir köy. Kendisi İstanbul'un Beykoz ilçesine bağlı olan ünlü bir Polak köyü, yani Polonyalıların köyü. Eski adı Adampol olan bu yere Polonyalıların gelip yerleşmesi, 1830 Polonya Ayaklanması sırasında hükümet başkanı olan ve daha sonra da Polonyalı sürgünlerin siyasî lideri olan Prens Adam Czartoryski’nin 1842’de Osmanlı Devleti sınırları içinde bir yerleşke kurmak istemesi ile başlamış ve 1853 Kırım Savaşına katılan askerlerin yanı sıra Sibirya sürgünü ve Çerkes esaretinden kaçan Polonyalılarla nüfus giderek artmış. İlk Polonezköy sakinleri çiftçilik, hayvancılık ve ormancılıkla meşgul iken; ulaşım imkânları, coğrafî konumu ve güzel manzaraları sayesinde II. Dünya Savaşı öncesinden başlayarak bir tarım köyünden tatil köyüne dönüşmüş. Bugün Polakların sayısı baya bir düşmüş ama hala varlıklarını sürdürenler varmış. Bölgedeki pansiyonlar ve brunch opsiyonlu restoranlar, yeşiller üstündeki mangal keyfi derken kendini ziyaretçilerine her geçen gün daha çok sevdiren bu köy, burda yerleşmeye karar verenlerin istilasına uğramış.



5 kilometrelik yürüyüş parkuru, kültür evindeki resim sergileri, kültürel aktiviteleri, ağaçtan oyma heykelleri, arıcılık müzesi, Polonezköy’ün en eski evlerinden biri olarak Zofia Rızı Anı Evi, Meryem Ana Kilisesi gibi gezilip görülecek yer oldukca çok. İtiraf etmek gerekirse, gezilip görülecek yer kadar yenip içilecekler de çok olunca, benim günüm kendimi önce kahvaltıya, sonra ormanın derinliklerine bırakmak ve fotoğraf çekmek, uçurtma uçurmak, mangalın tadını çıkarmak, sonrasında yemeklerin verdiği ağırlıkla bir daha yürüyüşe çıkamamak ve çareyi tatlıda, çayda, kahvede bulmak şeklinde geçti. Tamam, ciğerlerimi temiz hava ile, midemi de leziz yemeklerle doldurdum. ‘..ama benim buraları daha detaylı gezip görmem gerekirdi..’ diye düşünürken Kiraz Festivali’nin namını duydum.



Her sene Haziran ayının 2. ve 3. hafta sonları yapılan, yöresel kıyafetlerle Polonya danslarının ve şarkılarının tadını çıkarmamı sağlayacak geleneksel Polonezköy Kiraz Festivali ile yine Polonezköy’ün yolunu tutarım diye ümitlendim bir an ama bu sene yapılacak olan festivalin maalesef iptal edildiğini öğrendim.



Festival olsun olmasın, Polonezköy Istanbul’dan uzaklaşmadan kaçmak isteyenler için çok iyi bir opsiyon. Türkiye'de çokta uzak olmayan bir tarihte yoğun bir şekilde Polonyalıların yaşadığı bu köy (bugün sayılarının 500 kadar olduğu rivayet ediliyor), tarihi ve coğrafyası açısından İstanbul'un çok güzel sürprizlerinden biri ve yakınlığı ile İstanbul’un arka bahçesi gibi.

Hiç yorum yok: