İlk sınır geçişinden sonra Neum'da durduk. Bulutlu manzaranın keyfini kahve eşliğinde çıkardıktan sonra, Hırvatistan'a tekrar girip çıktık. Listeler halinde isim ve pasaport numaralarının verildiği son sınır geçişinde baya bi bekledik.. İkinci durağımız ise, Türklerin Bosna topraklarında kurdukları ilk köy, Osmanlı köyü, Poçitel. Neretva isimli bir ırmağın yanında, yemyeşil bir dağın yamacında kurulu ufacık bir yerleşim. Camii, konakları, hamamı ile minyatür bir şehir gibi çıktı karşımıza aniden. Köy iyiydi güzeldi ama Türk tur şirketleri ile seyahat etmeyerek uzak durmayı başardığımızı zannettiğim Türklerin istilasına uğramıştı bile vardığımızda. Fotoğraf çekmemi nerdeyse imkansız kılan karınca ordusu kıvamındaki turistlerden fırsat buldukça gezdik, hiç yabancılık çekmedik.
Poçitel sonrası, Mostar'a girdik. Yerel rehberimiz bizi karşıladı. Savaş sonrası zarar gören yapıların bazıları aynen korunmuş, iç burkan atmosfer baki kalmış, delik deşik duvarlar insanın canını yakıyor.
Mostar denince akla iki köprü geliyor, old brigde ve crooked bridge. Crooked Bridge, 'Old Bridge'in deneme versiyonuymuş. Sokakları, dükkanları, camisi, tabakhanesi, Fransızlar tarafından restore edilen hamamı, her şey Osmanlı kokuyor Mostar'da. 13-18 y.y. arasında uzun süre Osmanlı egemenliği altında kalınca, Türk kahvesi yerel içecekleri, dolma, sarma, börek, cevapcici (köfte) yerel yemekleri olarak benimsenmiş.
Şehrin simgesi 'Eski Köprü', savaşta zarar gören herşey gibi yerle bir olmuş '93 yılında. Camii, kilise, sinagog hepsi zarar görmüş. Türk bir firma 2000 itibariyle köprüyü aynı değerlerde baştan inşa etmiş. Yeni gözüken taşlarına rağmen, şehrin iki yakasını birbirine bağlayan köprü çok etkileyiciydi. Üstüne çıktık, sağından baktık, solundan baktık, doyamadık. Bide hava güzel olsaydı da, daha iyi bir görüntü ortaya çıksaydı diye düşünmekten bir türlü kendimi alamadım. Gerçi köprü hayalimde kurduğumdan farklı çıktı, sanırım gözümde çok büyütmüşüm.
Şu anda tüm dinlerin kardeşliğinin barışını simgelediği söylenen haç (güyya), savaşı tetikleyenlerdenmiş...
Koski Mehmet Paşa Türbesi sonrası savaştan kalan eşyaları satan dükkanları, tablo satan galerileri gezdik. Yemek yiyecek bir yer aradık ama Türk kalabalığından ne mümkün! Girdiğimiz her yerde ya boş masa yok, ya da börek. Şadrvan diye tavsiye edilen restorana oturmaya çalışmak ise hepsinden imkansızdı. Çalışanlar hayatlarında böyle kalabalık görmemiş gibi davranıyordu. Azarlanmaya bile razı olarak, başkalarının masasını paylaştık. Sipariş verdiğimiz karışık yemek tabağı buluşma saatimiz olan 15.00'e 5 dk. kala gelince, en hızlı yemeğimizi yiyip minibüse koşarak döndük.
2 yorum:
Gozde selam :),
Agustos sicaginda motor tepesinde benzer yollardan gecmistim, hatta tavsiye uzerine Sadirvanda sanirim ayni karisik tabaktan siparis vermistim :D
Sinir gecislerinde pasaport kontrolu oldu mu ?? Abarttigimi dusunmuyorum 300-400 arabalik bir kuyrugu arkamda birakip hicbir kontrole tabi tutulmadan sinirlardan gecmistim, mevsim ve trafik yuzunden midir merak etmistim ama bir de senin deneyimini dinleyelim :D:D
Fotograflara da eline, gozune saglik diyorum :)
msjın ne güzel sürpriz:D
blogundaki haritaya bakınca ağustosta senin de baya iyi gezdiğini görüyorum, bizde dubrovnik'e uçup elimizden geldiğince bişiler yapmaya çalıştık, 3 günde ne kadar olursa.. kendi kendine hareket edebiliyor olmanın çok daha keyifli olduğuna eminim, kıskandım:)
sınır geçişlerinde oldukça sıkı kontrol vardı diyebilirim, hem bosnaya hem karadağa girerken (ve çıkarken) baya bi bekledik.. listeler halinde isim ve pasaport numaralarını topladılar fln. belki de biz türklere özel bir muameleydi, bilmiyorum. zaten nereye gitsek civarda kendi adamlarından çok türk vardı. korkmuş bile olabilirler bizden, ben korktum şahsen:D
fotoğraf konusunda aslında tam istediğimi alamadım havadan dolayı... bi de ilkbahar, yaz gibi gitmek lazım! benim bu gidilecek yerler listem kısalacağına, uzayıp duruyor her geçen gün:)
Yorum Gönder