Sabah kahvaltısı sonrası, minibüsümüz bizi otelden almaya geldi. Bu sefer harita üstünde Dubrovnik'in sağına doğru yol aldık. Karadağ sınırına ulaşmak pek uzun zaman almadı ama sınırı aşmak, Bosna'ya girmekten çok daha uzun sürdü. Bu sefer pasaportlar görevliler tarafından tek tek toplandı. Bizim rehber şaşkın, sınır görevlileri ondan şaşkın. Adamlar uzun zamandır boş takıldıklarından, birden onlarca otobüs sınıra dayanınca neye uğradıklarını şaşırmışlardı.
Eski Yugoslavya'yı oluşturan altı cumhuriyetten biri olan Karadağ, Kosova'dan sonra dünyanın en yeni bağımsız 2. devleti. Bizim rotamız ise Karadağ kıyı şeridi boyunca, önce Kotor sonra Budva. Kıyı şeridi 293 km olunca, bol bol plajları olan, bu plajları da oldukça popüler olan bir yer Karadağ ama plajları kadar irili ufaklı koyları, girinti ve çıkıntıları ile yolculuk için zevkli bir parkur. Doğal bir liman olan Kotor, Adriyatik kıyısında fiyort benzeri bir oluşum. 'İlla yazın gelinecek diye bir durum yok yani' diye ikna ettim kendimi. Bulutların ve onları takiben yağmurun tadını çıkarmaya baktım.
Her noktadan manzara bi başka güzeldi ama biz burda durduk. Etrafımızda dönen koy o kadar güzeldi ki, çektiğim fotoğrafların hiç birini o etkiyi veremediğinden sevmedim. Dolayısıyla sadece durduğumuz noktadan ve o noktanın yerlisi bir dalmaçyalıdan bir kaç fotoğrafı uygun gördüm.
Benimkine olan özlemim mi kabardı bilmiyorum, köpeği çok sevdim ama o beni, benim onu sevdiğimden daha çok sevmiş olacak, tepeme çıktı desem yeridir. Görkem tutmasaydı, benimle minibüse binmekte bir sakınca görmüyordu.
Kotor, yeni bir yerleşimi de olmasına rağmen, çevredeki bir çok şehir gibi eski şehri ile anılıyor. Kotor'un Old Town'u, Güneydoğu Avrupa'da en iyi korunmuş ortaçağ şehri olarak biliniyor.
Yerel rehberimizin ufak turundan sonra serbest zamanımızı elimizde harita ile dolanarak geçirdik. Dubrovnik ve Mostar'daki dükkanlardan çok daha şık dükkanlar Kotor'da karşımıza çıktı. Bar, kafe ve restoranlar tarafından işgal edilmiş eski şehirde, bir çok meydan ve her meydanda da bir kilise mevcut. Eski binalar çok güzel korunmuş, saksı saksı çiçeklerle yeşillenmiş, rengarenk kepenklerle canlı.
Sonuç olarak Kotor güzel. O kadar çok meydanı var ki, kimsenin olmadığı, hatta içinden pek kimsenin geçmediği bi tanesinde oturup ıspanaklı börek, marmelatlı çörek yemek bile mümkün.
Kotor sonrası, Budva yoluna çıktık. Avrupa Jet Sosyetesinin uğrak yeri olarak Budva'ya girmeden önce de, Sveti Stefan adasına tepeden baktık. Eski balıkçı kasabası, şimdi özel bir işletme olarak çalışan, anakaraya daracık bir yol ile bağlı olan yerleşim.
Budva, Karadağ turizminin kalbi olarak bilinen bir şehir. Havadan mıdır nedir, bu şehrin özelliğini pek anlayamadım şahsen. Eski şehir desen var, lüks teknelerin bağlandığı limanı var, uzunca bir sahili var ama ruh yok. Ya da mevsimsel nedenlerden dolayı bana öyle geldi. Herhalde jet sosyetenin bir bildiği var da, buraya geliyorlar, değil mi? Rusya ve Sırbistan'dan ünlüler geliyormuş, sahilleri meşhurmuş... Bana sanki bizde alası var gibi geldi:) Eski şehir de, Kotor'un ki kadar büyük ve güzel değildi. Yine de dolandık, yağmuru yedik ve bu seyahatin bir klasiği olarak yine yemeği yiyemedik!
Hayalet şehir
Karadağ'ın köpekleri isimli arşivimden...
Yemek Budva'da da fiyasko oldu. Sosyetik Budva'da, funghi ısmarlamama rağmen, en son elimde aluminyum folyaya sarılı margarita'mla koşarken görüldüm. Karadağlıları genellemek istemem ama akıllarından şüphe etim, ha bi de esas gelir kaynakları turizm olan bu adamlar jet sosyeteye ya da her hangi bir turiste nasıl hizmet verebiliyor merak ettim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder