Öncelikle Pecs ile Essen'i gördüğümü söylerek başlamak istiyorum Avrupa Kültür Başkenti temalı yazıma ve bu şehirlerin kalkınmaları amacıyla bu tür etkinliklere ihtiyacı olduğu kabul ediyorum, destekliyorum. Oysa ki, yüzyıllarca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış İstanbul'umuzun Kültür Başkenti olarak anılması için bu tip bir etikete ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Ama bi yandan da olsun varsın diyorum, bir sürü turist gelecek diye organizasyonlar artacaksa, müzeler yenilenecekse, İstanbul'un çehresi pozitif yönde değişecekse, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti olsun. Bizde İstanbullular olarak payımıza düşeni alalım, Avrupa'nın her hangi bir kıytırık şehrine gittiğimizde ne idüğü belirsiz müzeleri bile atlamadan gezdiğimiz gibi, İstanbul'un altını üstüne getirelim.
İlk durağımız, 2010 açılış etkinlikleri kapsamında Sultanahmet Meydanı. 3ü de meşhur oldukları iddia eden köftecilerden birinde (seçmiş bulunduğumuz kesin çakmaydı...) köfte-piyazlarımızı yedikten sonra, yağan yağmura rağmen gayet dolu meydana doğru ilerledik. Polis kontrolundan geçip, kalabalığın arasından yavaş yavaş önlere doğru geçtik. Metro-Füniküler-Hafif Raylı üstüne köfte yiyince, Mehter Takımını kaçırdık ama asıl hedefimiz Mercan Dede'yi yakaladık. Yağan yağmura rağmen, Ayasofya ile Sultanahmet'in arasında o kadar güzel bir ambians vardı ki. Uzun zamandır gitmeyi planladığımız fakat Galata Mevlevihane'sinin restorasyonda olmasından dolayı izleyemediğimiz sema gösterisi büyüleyiciydi. Ancak hava fişek gösterisinden sonra, Sultanahmet tarafına gelmemizin esas nedeni müzeleri hatırladık.
Televizyondan, gazeteden açılış etkinlerinin gerçekleşeceği gün bütün müzelerin saat 24'e kadar açık olacağını öğrendik ya, durdurabilene aşkolsun bizi. En son ne zaman gece Sultanahmet'e gelmiştik, ya da bir daha ne zaman gece müzelere girebiliriz bilemedik ya kararımızı verdik ama konser bitiminde saat nerdeyse 10 olduğundan, Ayasofya'dan başlayıp, Yerebatan Sarnıcı ve Arkeoloji Müzesini gezme planımız yalan oldu.
Arkeoloji Müzesi için Gülhane ile Darphane arasından çıkan zifiri karanlık yokuşu yürümek bile, müze gezmek kadar güzeldi. Müze'de bir Gece'deki gibi heykeller canlansa diye hayal ederken, zaman su gibi geçti. Saat 10'a 5 kala girdiğimiz müzede, saat 11'e gelirken kendimizi böyle bir konuşmanın içinde bulduk.
-hadi ama sizi bekliyoruz, çünkü kapanıyoruz..
-ama ama, hani saat 12'de kapanıyordunuz?
-biz çok bile durduk, ayasofya'yı çoktan kapadılar, hatta Topkapı'yı gece açmadılar bile.
-ama ama, televizyonda böyle söylenmemişti...
-ya onların dediklerinin yarısı yalan, uydurmaca. yok öyle 12 fln gibi bişi..
Yine de, Mercan Dede konseri de, bürokrasik engeller rağmen müze gezmemiz de çok güzeldi. Bundan sonra daha çok gezelim, gitmediğimiz bütün müzeleri müze kartımız da varken gidelim görelim nidalarıyla Sultanahmet faslı sona erdi. Müze çıkışında biz gece bitti zannederken, meğer daha yeni başlıyormuş, Taksim'e gelince anladık. Hava o kadar soğuktu ki, tatlı yanında sıcak bir çay keyfi yapalım dedik. O sırada AkSanat bünyesindeki etkinliklere katılamaya karar verdik. 01.00-08.00 saatleri arasında Akbank Kısa Film Yarışmasını geçtiğimiz 5 sene boyunca kazananları izlemek için kendimizi sinema salonuna attık. İçtiğim kahve ile uykum öyle bir açıldı ki, saat 3'e geldiğinde Damla'nın 'artık kalksak mı?' sorusuna 'biraz daha izleseydik' dememek için kendimi zor tuttum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder