2 haftadir Taksim Fototrek Fotograf Merkezinde Murat Tekin'in verdigi studyo fotografciligi atolyesine katiliyordum. Bugun bu cok kisa olan atolyeyi tamamladim ve sonunda studyonun temel terimlerini, alet edavatini ve studyonun temel taslarindan olan pozometre ile olcum tekniklerini ogrendim, yuppi!
Ders cikisi butun gun boyunca devam eden yagmur hala devam ediyordu. Yazin sicaklarindan sonra ozlem duydugum, icimi serinleten yagmur damlaciklarinin altinda amacsizca dolanmak baya cazip geldi ve otoparka gitmek yerine meydana dogru yurudum. Ben tirmandikca yagmur hizlandi, tramvay yolundan akan su gurlesti, ayakkabi boyunu yavas yavas gecti. Kimi yerde parmak ucumda, kimi yerde topuklarimin ustunde ilerledim. Karsidan karsiya gecmenin imkansizlastigi bir noktada "Hare Krishna" ezgilerini duyunca kulaklarima inanamadim;), gecen sene Venedik festivalinde tanisma sansina eristigimiz topluluk uyelerinden ikisini kumas parcalarina sarinmis, ciplak ayaklariyla raylarin ustunden akan sularin icinde hoplayip ziplar ve sarkilarini soylerken gordum. Bunlarda neyin nesi sorusu ordan gecen ve bu ikisini goren herkesi etkisi altina almisken, bende hem onlari hem de onlari saskinlik icinde izleyenleri izleyip eglendim. Maalesef ki bir elimde semsiyem, bir elimde cantam fotograf cekmek icin musait degildim ve o ani fotograflayamadim. Ama bu saatten sonra karsi cikabilecek seyleri tahmin edememenin heyecani ile, kamerami cantasindan cikarip sikicana sarildim. Odakuleye dogru donus yoluna gecmistim ki, Yapi Kredi'nin onunde resmen bir göl karsiladi beni, bizi, oradan gecen herkesi (ya da gecemeyecek olan desem daha dogru olur). Cogunluk gibi bende o göle girdim, sırılsıklam oldum, rahatladim. Sonucta islak ama cok guzel bir gundu... Islanmak ne guzel seymis, unutmusum. (melo'ya sevgilerimle...) Havlu coraplarla giydigim spor ayakkabilarim yerine, japon turistlerin ayagindakiler gibi ince bantli terliklerim olsa ayagimda, onden giren su arkadan ciksa keske diye dusundum.
Shuttle gorevi goren polis araci, bazi vatandaslari sudan geciriyor...
26 Ekim 2008 Pazar
24 Ekim 2008 Cuma
Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.
T.C. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereği bu siteye erişim engellenmiştir.
Access to this web site has been suspended in accordance with decision no: 2008/2761 of T.R. Diyarbakır 1st Criminal Court of Peace.
Access to this web site has been suspended in accordance with decision no: 2008/2761 of T.R. Diyarbakır 1st Criminal Court of Peace.
17 Ekim 2008 Cuma
be made Ceramic Works
Dun Galata tarafindaydim. Italya'da Mehli araciligi ile tanisma serefine eristigim Berra'nin;) (ki kendisi, Berra Ertürk ve Ekin Özbiçer, iki arkadas Marmara Üniversitesi GSF Seramik Bölümü mezunu olup, 2007 yazında "be made Ceramic Works" yaratanlardir..) uzun zamandir merak ettigim atolyesini gormek icin Beyoglu'na ciktim. Cihangir'de bulunan ilk atolyelerini gorme firsatim olmadi ama Galata'da bizi karsilayan yeni mutevazi yerlerine bayildim. Giris kati olup, ayni zamanda iki katli olan bu yeni atolyelerinde, yarattiklari ve yaratacaklari sempatik karakterlerini, hepsi birbirindan tatli broslarini ve diger emek kokan tasarimlarini ileriye tasirken sans onlardan yana olur, yaraticiliklari hic eksik olmaz.
13 Ekim 2008 Pazartesi
Dünyaya Bakan Gözler
Gectigimiz cuma, Fototrek Fotograf Merkezi'nde duzenlenen belgesel fotografi destekleme konusunda basi ceken kurumlardan biri olan Alexia Vakfi'nin "Dünyaya Bakan Gözler" sergisindeydik. Kurulus amaci 1991'den beri profesyonel ve ogrenci fotografcilara dunya barisini ve kulturler arasi anlayisi vurgulayan fotograflar uretmeleri konusunda destek olmak, burs saglamak bu vakfin. Istiklal caddesi Misir Apartmanindaki, Dünyaya Bakan Gözler sergisinde de son 15 yılın burs kazanmış çalışmalarından örnekler mevcut. Sergi 18 fotografcinin siyah-beyaz fotograflarindan olusuyor. Hatta bu fotografcilar arasinda daha onceden adini belgesel fotograflariyla bolcana duydugum Ami Vitale de bulunuyor. Meksikadaki sokak çocuklarından Çernobil faciasının kalıntılarına; Müslüman göçebelerin devam ettirdikleri geleneklerden Afrika'daki dünya yiyecek programına kadar birçok farklı konunun islendigi fotograf projeleri 31 Ekim'e kadar Fototrek Fotograf Merkezi'nde. Bu arada sergi acilisinda bulunan Ami Vitale hem guzel, hem basarili... Pipet ile kendisini kiskandik;) Bi de sergiden ayrilirken Pipet Ami'ye sarilip opunce, ben de onu kiskandim ;)
12 Ekim 2008 Pazar
My Neighbour Totoro
Bu aralar Miyazaki'ye sardim. Gittim 4lu bir film seti aldim, doya doya izlerim dedim ama aksilik bu ya, ilk izledigim film takilinca ve adamlar aynisini bulamayinca filmlere doyamadan geri vermek durumunda kaldim (ama vermeden hemen bi tanesini daha izliyim dedim)
1988 yapimi Japon animesi Komsum, Totoro; Satsuki ve Mei isimli abla kardes iki kiz kardesin babalariyla beraber kirsal bolgeye tasinmasiyla basliyor ve ormanin koruyucusu olduguna inandiklari Totoro ile tanisiyorlar. Otobus seklindeki dev kedi ile yolculuklar yapiliyor, ayinsel danslar esliginde mese palamutlarinin buyumesi izleniyor... Yine cok tatli, yine cok eglenceli bir film.
1988 yapimi Japon animesi Komsum, Totoro; Satsuki ve Mei isimli abla kardes iki kiz kardesin babalariyla beraber kirsal bolgeye tasinmasiyla basliyor ve ormanin koruyucusu olduguna inandiklari Totoro ile tanisiyorlar. Otobus seklindeki dev kedi ile yolculuklar yapiliyor, ayinsel danslar esliginde mese palamutlarinin buyumesi izleniyor... Yine cok tatli, yine cok eglenceli bir film.
11 Ekim 2008 Cumartesi
Kiki's Delivery Service
Eiko Kadono'nun ayni isimli romanindan alinmis 1989 yapimi Hayao Miyazaki eseri. Disney ve Studio Ghibli ortakliginin ilk urunu. Kiki, 13 yasinda 1 yilligina cadilik egitimini almak icin farkli bir sehire gitmeye hazir genc bir kiz. Jiji de onu nerdeyse hic yalniz birakmayan oldukca konuskan ve akli basinda siyah kedisi. Ikisinin, Kiki'nin annesinin supurgesi ve babasinin radyosu ile baslayan sakarlik dolu macerasi, Kiki'nin her gecen gun yaptigi yeni dostluk girisimleriyle kendi yolunu cizmesini sagliyor.
Miyazaki'nin butun filmleri guzel ama nedense Kiki'ye daha bir yakinlik hissettim. Hatta Jiji gibi bir kedim olsun istedim (corap duymasin) Heralde filmin yeni bir baslangic ustune donmesi beni kendine cekti. Belki 13 yasinda degilim ama ... Ne de olsa; insanlar aldiklari sorumluluklarla olgunlasiyor ve ne kadar erken baslarlarsa o kadar hayatta basarili oluyor. Hayat goz acip kapiyincaya kadar ellerimizden aktigina gore, bir an once neye girisecekse insanin adim atmasi gerekiyor.
"..Kizim sana soyluyorum, gelinim sen anla", aslinda benim burda soylemek istedigim. Ayrica bu sozu kendine soyleyen ilk insan olabilirim;)
8 Ekim 2008 Çarşamba
Anahtar
Evvelsi gece aklimi kaybediyorum zannettim...
Sabahtan aksama babaannemle gecirdigim cok guzel ama yogun ve yorucu bir gundu. Yine de saglikli yasam unsurlarinin onde gideni olduguna inandigim spordan caymayip, kafama koydugum aksam planimi gerceklestirmekte kararliydim. Gorkem'i de gunler suren didismelerimiz sonucu ikna etmis bulunduguma gore hic bir problem yoktu; giyindim, cantami yaptim, arabanin yolunu tuttum.
Bu arada Milano'da gelisen cevre bilincim, Istanbul'da etrafimdakiler tarafindan anormal karsilansa da, ben evde elimden geldigince kagit ve camlari ayirmaya calismaktayim. Eger kagitlari normal cope atarsam, kendimi cok yanlis bir sey yapmis gibi hissediyorum, rahatsizlik duyuyorum. Via Eustachi, 32 numaradaki cop mufettisimiz Marcellini belki yok basimizda ama kagidi, camli, plastigi ve normal copu ayirmak meger aliskanlik yapiyormus:)
Neyse konuya donecek olursam, kapida daha onceden yigdigim 3 cop torbasi dolusu kagit vardi. Spora giderken yolda, o kagitlari ilgili yere atmaya niyetlendim. Once torbalari arabanin yanina tasidim. Arabanin bagajini anahtarla actim ve torbalari bir bir yukledim. Gorkem de son parcayi bagaja koyduktan sonra gitmeye hazirdik ve sadece tek bir eksik vardi... O da arabanin anahtari... Ceplerime baktim, cantami ters duz ettim. Butun kapaklari actim kapadim, koltuklarin altina baktim. Arabanin yeni yeni bolmelerini kesfettim ama anahtari bulamadim, bulamadik. Bagaja giristik sonra, torbalari indirdik, alasagi ettik acaba gazatelerin arasina mi karisti diye... Yok yok yok ... Resmen yer yarildi yerin icine girdi, ya da seytan aldi goturdu, satamadan getirdi... fln derken buldum kendimi. Bahceye de baktik, sarmasiklarin arasinda elimizi gezdirdik, sonuk bir fenerle gectigimiz yollari aydinlatmaya calistik. Yok yok yok... Ve anahtar ortaya cikmadi, saat gece yarisi oldu.. araba acik kaldi ve ben resmen cildirdim. Annemlerden gelen yola dikkatli baktiniz mi, biri bulursa gece arabayi alir giderse sorusu ise butun gece uyuyamama neden oldu. Surekli camdan arabanin yerinde durup durmadigini kontrol ettim. Daldigim kisa aralarda ise, yine anahtarin pesindeydim. Sabah saatimi erkene kurdum ki, yeni gunun isigiyla tekrar bakayim 10 kere 100 kere baktigim yerlere... Surekli ayni seyi yapmak ve sonuca ulasamamak gercekten yipratiyormus insani, yiprandim. Inanilmaz bir umutsuzluga kapildim. Sabah Gorkem'i otobuse biraktiktan sonra, havaalanina annemleri almaya gittim. Aklimda tabi tek sey, anahtarin yoklugu ve evin onunde kapilari acik duran annemin arabasi.
Annemleri aldiktan sonra, dogru eve geldik. Nasil butun gece kendimi ayni cevapsiz sorular ve negatif dusunceler icinde bogduysam, bu yolda oyle gecti. Annem buluruz buluruz telasa gerek yok derken, babam her zaman ki gibi negatif dusuncelerinde gayet kararli ve istikrarliydi. Boylece bu konuda kime cektigim belli oldu:) Babam arabayi didik didik etti ve bulamayinca direk son karari verdi, "yoldan gecen biri geldi kesin aldi, en kisa zamanda onlemimizi almaliyiz". Annem .."bir sacmalamayin" diye israr etti. Biri bulsa anahtari, yarin geceyi neden beklesin ki? Merdivenlere oturmus kara kara dusunurken ve yerlerde goz gezdirirken ben, annem 'buldum! diye bagirdi. Gozumun onunde oldugunu zannettigimiz ama bir turlu goremedigimiz anahtar parcasi, yerde degil, gokte cikti ortaya sonuc olarak. Meger hic yere dusmemis, onun icin ses cikarmamis. Calilarin ustundeki dallardan birinin ucuna kosesine takilmis kalmis.
Omrumden kac yildi gitti, kendimden nasil suphe etmeye basladim anlatamam. Resmen kendimi salak gibi hissettim. Hadi daha onceden evde araba anahtarini kaybetmisligimiz vardi ama kapiyi actiktan sonra kaybetmeyi hic becermemistim, becereni de duymamistim. Sonunda mutlu son oldu ya, onemli olan o.Kissadan hisse, annem her zaman ki pozitif dusuncesiyle hepimizi yendi ya, bi taneciktir o:)
Sabahtan aksama babaannemle gecirdigim cok guzel ama yogun ve yorucu bir gundu. Yine de saglikli yasam unsurlarinin onde gideni olduguna inandigim spordan caymayip, kafama koydugum aksam planimi gerceklestirmekte kararliydim. Gorkem'i de gunler suren didismelerimiz sonucu ikna etmis bulunduguma gore hic bir problem yoktu; giyindim, cantami yaptim, arabanin yolunu tuttum.
Bu arada Milano'da gelisen cevre bilincim, Istanbul'da etrafimdakiler tarafindan anormal karsilansa da, ben evde elimden geldigince kagit ve camlari ayirmaya calismaktayim. Eger kagitlari normal cope atarsam, kendimi cok yanlis bir sey yapmis gibi hissediyorum, rahatsizlik duyuyorum. Via Eustachi, 32 numaradaki cop mufettisimiz Marcellini belki yok basimizda ama kagidi, camli, plastigi ve normal copu ayirmak meger aliskanlik yapiyormus:)
Neyse konuya donecek olursam, kapida daha onceden yigdigim 3 cop torbasi dolusu kagit vardi. Spora giderken yolda, o kagitlari ilgili yere atmaya niyetlendim. Once torbalari arabanin yanina tasidim. Arabanin bagajini anahtarla actim ve torbalari bir bir yukledim. Gorkem de son parcayi bagaja koyduktan sonra gitmeye hazirdik ve sadece tek bir eksik vardi... O da arabanin anahtari... Ceplerime baktim, cantami ters duz ettim. Butun kapaklari actim kapadim, koltuklarin altina baktim. Arabanin yeni yeni bolmelerini kesfettim ama anahtari bulamadim, bulamadik. Bagaja giristik sonra, torbalari indirdik, alasagi ettik acaba gazatelerin arasina mi karisti diye... Yok yok yok ... Resmen yer yarildi yerin icine girdi, ya da seytan aldi goturdu, satamadan getirdi... fln derken buldum kendimi. Bahceye de baktik, sarmasiklarin arasinda elimizi gezdirdik, sonuk bir fenerle gectigimiz yollari aydinlatmaya calistik. Yok yok yok... Ve anahtar ortaya cikmadi, saat gece yarisi oldu.. araba acik kaldi ve ben resmen cildirdim. Annemlerden gelen yola dikkatli baktiniz mi, biri bulursa gece arabayi alir giderse sorusu ise butun gece uyuyamama neden oldu. Surekli camdan arabanin yerinde durup durmadigini kontrol ettim. Daldigim kisa aralarda ise, yine anahtarin pesindeydim. Sabah saatimi erkene kurdum ki, yeni gunun isigiyla tekrar bakayim 10 kere 100 kere baktigim yerlere... Surekli ayni seyi yapmak ve sonuca ulasamamak gercekten yipratiyormus insani, yiprandim. Inanilmaz bir umutsuzluga kapildim. Sabah Gorkem'i otobuse biraktiktan sonra, havaalanina annemleri almaya gittim. Aklimda tabi tek sey, anahtarin yoklugu ve evin onunde kapilari acik duran annemin arabasi.
Annemleri aldiktan sonra, dogru eve geldik. Nasil butun gece kendimi ayni cevapsiz sorular ve negatif dusunceler icinde bogduysam, bu yolda oyle gecti. Annem buluruz buluruz telasa gerek yok derken, babam her zaman ki gibi negatif dusuncelerinde gayet kararli ve istikrarliydi. Boylece bu konuda kime cektigim belli oldu:) Babam arabayi didik didik etti ve bulamayinca direk son karari verdi, "yoldan gecen biri geldi kesin aldi, en kisa zamanda onlemimizi almaliyiz". Annem .."bir sacmalamayin" diye israr etti. Biri bulsa anahtari, yarin geceyi neden beklesin ki? Merdivenlere oturmus kara kara dusunurken ve yerlerde goz gezdirirken ben, annem 'buldum! diye bagirdi. Gozumun onunde oldugunu zannettigimiz ama bir turlu goremedigimiz anahtar parcasi, yerde degil, gokte cikti ortaya sonuc olarak. Meger hic yere dusmemis, onun icin ses cikarmamis. Calilarin ustundeki dallardan birinin ucuna kosesine takilmis kalmis.
Omrumden kac yildi gitti, kendimden nasil suphe etmeye basladim anlatamam. Resmen kendimi salak gibi hissettim. Hadi daha onceden evde araba anahtarini kaybetmisligimiz vardi ama kapiyi actiktan sonra kaybetmeyi hic becermemistim, becereni de duymamistim. Sonunda mutlu son oldu ya, onemli olan o.Kissadan hisse, annem her zaman ki pozitif dusuncesiyle hepimizi yendi ya, bi taneciktir o:)
3 Ekim 2008 Cuma
Howl's Moving Castle
Miyazaki tarafindan yazilip, yonetilen 2004 yapimi bir japon animasyonu. Iki sene once "Spirited Away"i gormustum ama Miyazaki'nin diger islerinden de bir haberdim. Ipek'in de tavsiyesiyle, animasyon haftasonumuzu Howl's Moving Castle ile zenginlestirdik. Diana Wynne Jones'un ayni isimli romanindan esinlenerek yapilmis okuduguma gore.
Kendimi tutamayip spoiler vermemek adina tek soyleyebilecegim, sessiz sedasiz Sophie'nin sapka dukkaninda baslayan hikayesinin vardigi noktanin cok buyuleyici oldugu.
Bi de Calcifer karakteri var ki, kendisine bayildim:)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)