26 Şubat 2010 Cuma
Kurabiye
Udi Mehli'nin annesinden leziz mi leziz kurabiyeler.
Yeme de yanında yat cinsinden...
Malum kelime ayan beyan.
19 Şubat 2010 Cuma
İstanbul Kazan
Baştan sona, sabahtan akşama dolu dolu bir gündü.
Nerden başlasam, nasıl anlatsam dedirten ...
Uzun zamandır planladığımız Eminönü maceramız için bugünü seçtik, eksiklerimizi hepsini tamamlaya karar verdik ama istemek yetmedi, zaman yetmedi, gücümüz yetmedi planlarımızı hayata geçirmeye. Kapalıçarşı'nın ana caddeleri bitti, arka sokaklarına daldık. Dar sokaklardan geçip geniş avlu üstündeki depolarına kadar girdik. El yapımı deri çarıkların imalat yerinde takıldık, çay içtik. Zaten nereye girersek, bi çay içmeden çıkamaz olduk...
İstanbul'un bir diğer ucuna gitme planımız dolayısıyla, koştur koştur Mercan'dan aşağı indik, hiç acelemiz yokmuş gibi arabayı kaybettik. Sonra gerisin geriye tırmandık... Otoparkı bulduğumuzda yaşadığımız şok, doğru yolu bulamamamızın yorgunluğunu unutturdu. Otopark girişindeki asfalt yenileme çalışması dolayısıyla, otoparkta resmen mahsur kaldık. İnsan trafikte kalınca ve saatli bi randevusu olunca bir başka gerilir ya, bende randevu yeri Beylikdüzü, randevu saati 15 dk. sonra olunca baya bi gerildim, apartmandan bozma otoparkı resmen ayağı kaldırdım. En son '..bayanın acelesi varmış!', '..bayanın toplantısı varmış..' çığlıkları arasında kızgın asfalt üstünde buldum kendimi. Büyük ihtimal hiç bi plan program yapmaya gerek duymadan öğlen vakti bir sürü insanın parka sıkışmasına neden olan belediyeye de ve bu konuda müşterilerini bilgilendirmeyen park görevlilerine de acayip sinirlendim. Gerçekten acil bir durum olsaydı diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım...
Sonuçta Beylikdüzü'ne ulaşıldı, törene katılındı, toplantı yapıldı ve trafiğin başla saatine 3 kala yola çıkıldı tekrardan.
Bu sefer istikamet Galata oldu. Yine arayı çok açtığımız kızlarla buluşacak olmanın heyecanı ve keyfi sardı beni. Günün gerisi muhabbet, gerisi eğlence. Ada'da fajita, Jadore'da profiterollü pasta paylaşıldı. Muhabbete doyulamadan, geceye doyulamadan dağılma vakti geldi. Ben bu nadir ve kısa görüşmelerden hiç bir şey anlayamaz oldum. Bize beraber eğlenebileceğimiz orjinal atraksiyonlar lazım.
Nerden başlasam, nasıl anlatsam dedirten ...
Uzun zamandır planladığımız Eminönü maceramız için bugünü seçtik, eksiklerimizi hepsini tamamlaya karar verdik ama istemek yetmedi, zaman yetmedi, gücümüz yetmedi planlarımızı hayata geçirmeye. Kapalıçarşı'nın ana caddeleri bitti, arka sokaklarına daldık. Dar sokaklardan geçip geniş avlu üstündeki depolarına kadar girdik. El yapımı deri çarıkların imalat yerinde takıldık, çay içtik. Zaten nereye girersek, bi çay içmeden çıkamaz olduk...
İstanbul'un bir diğer ucuna gitme planımız dolayısıyla, koştur koştur Mercan'dan aşağı indik, hiç acelemiz yokmuş gibi arabayı kaybettik. Sonra gerisin geriye tırmandık... Otoparkı bulduğumuzda yaşadığımız şok, doğru yolu bulamamamızın yorgunluğunu unutturdu. Otopark girişindeki asfalt yenileme çalışması dolayısıyla, otoparkta resmen mahsur kaldık. İnsan trafikte kalınca ve saatli bi randevusu olunca bir başka gerilir ya, bende randevu yeri Beylikdüzü, randevu saati 15 dk. sonra olunca baya bi gerildim, apartmandan bozma otoparkı resmen ayağı kaldırdım. En son '..bayanın acelesi varmış!', '..bayanın toplantısı varmış..' çığlıkları arasında kızgın asfalt üstünde buldum kendimi. Büyük ihtimal hiç bi plan program yapmaya gerek duymadan öğlen vakti bir sürü insanın parka sıkışmasına neden olan belediyeye de ve bu konuda müşterilerini bilgilendirmeyen park görevlilerine de acayip sinirlendim. Gerçekten acil bir durum olsaydı diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım...
Sonuçta Beylikdüzü'ne ulaşıldı, törene katılındı, toplantı yapıldı ve trafiğin başla saatine 3 kala yola çıkıldı tekrardan.
Bu sefer istikamet Galata oldu. Yine arayı çok açtığımız kızlarla buluşacak olmanın heyecanı ve keyfi sardı beni. Günün gerisi muhabbet, gerisi eğlence. Ada'da fajita, Jadore'da profiterollü pasta paylaşıldı. Muhabbete doyulamadan, geceye doyulamadan dağılma vakti geldi. Ben bu nadir ve kısa görüşmelerden hiç bir şey anlayamaz oldum. Bize beraber eğlenebileceğimiz orjinal atraksiyonlar lazım.
11 Şubat 2010 Perşembe
Nam-ı Diğer Aşk
Sumed acayip ısrar etti; mailler, smsler yağdırdı Müzede Aile Gününe gidelim diye. 28 Şubat'a kadar devam edecek Nam-ı Diğer Aşk'ı görmek adına bizde gitmeye niyetlendik bir gece önce ama aynı günün sabahı Fromotto'ya bu organizasyonun fotoğraflarını çekme teklifi geldi, işin rengi tamamen değişti. SU için tekrar fotoğraf çekimi yapmak çok keyifliydi.
Nam-ı Diğer Aşk, iki şehir, İstanbul ve Venedik arasındaki yakın diplomatik, askeri, ticari ve sanatsal ilişkileri, karşılıklı etkileşim ve iç içe geçmişliği bize birbirinden güzel tablolar, halılar, sikkeler, kaftanlar ama bence en özel ve güzeli kumaşlar ile anlatıyor. Serginin adında yer alan “Nam-ı Diğer Aşk” ifadesi ise, iki kent arasında yüzyıllardır süregelen ilişkinin, bir yönüyle aşkı anımsattığından geliyor.
Müzede Aile Gününün ilki, Dali sergisi sırasında 2008 yılında yapılmıştı. Nam-ı Diğer Aşk ise, ikincisi olarak gerçekleştirildi. Atlı Köşk'te yapılan birbirinden güzel sergileri gezmek bir yana, bu organizasyon okulumuzdan uzak kaldığımız bir dönemde tanıdık yüzleri görmek, sohbet etmek, herkesin neler peşinde koştuğunu öğrenmek için çok hoş bir organizasyon. Yani sergi bahane, muhabbet şahane. Zeytinli kağıt ise cabası...
4 Şubat 2010 Perşembe
4 Şubat
4 Şubat'ta kime söylesem inandıramayacağım nedenlerden dolayı İMÇ'de olunca, Mrv ile kendimizi aniden Tekel işçilerine destek vermek için toplanan ve yürüyen işçi ve emekçilerin arasında bulduk. '4-C değil, 4 Şubat' sloganıyla toplanan grubun birlik beraberliğini, kendilerine yapılan haksızlığa karşı seslerini yükseltmelerini ve hakettiklerinin peşine düşmelerini yakından görmek, orda olabilmek güzeldi. Olumlu sonuçları da görebilirsek, 'Her şey daha güzel olacak...'
1 Şubat 2010 Pazartesi
Kartepe
Kayak kayma hayalimi uzun zamandır erteliyordum. Eskiden senenin en azından bir haftası ailecek kayak programı yapar, 'Kayakçı kendi kayağını kendi taşır.', 'Kayakçı kendi ayakkabısını kendi kapatır.' gibi sözleri dilinden düşürmeyen babamın kayak disiplini sayesinde, o hafta boyunca neredeyse yemez içmez uyumaz, pistlerden olabildiğince faydalanmaya bakardık. Sabah telesiyejlerin açılışı ile kaymaya başlar, öğlen yemeğimizi yanımızda götürdüysek yine telesiyejde yer, telesiyejin kapanışına kadar da hiç hız kesmezdik. Akşam olduğunda acayip yorulmuş olsak bile, aldığımız keyif her şeye değerdi...
Bir süredir maalesef uzun bir ara verdik uzun kayak seyahatlerimize. Hatta günübirlik bile gidemez olduk kayağa, bir sürü sebepten dolayı güyya, sadece üşengeçlikten aslında. Bu pazar, önce Kartalkaya'ya gitmeye niyetlendik, son dakika değişikliği ile benim için tamamen bir soru işareti olan Kartepe'nin yolunu tuttuk. Meğer Kartepe, Anadolu Hisarı'ndan sadece 135 km uzaklıktaymış ve İstanbul'lu kayakçılar için biçilmiş kaftanmış...
Sabahın bi körü kalkmaya gerek olmadan, yollarda harap ve bitap düşmeden vardık dağa. Günlük biletin fiyatını dışında, sadece türbanlı kayakçıların varlığı ile beni şaşırttı Kartepe. Bu ikisi dışında, pistler beklediğimden iyiydi, kalabalık hiç fena değildi, tepeden manzara süper, dağın olmazsa olmazı sucuk ekmek ufak ama leziz, Cihangir'i tanıyanların bize gösterdiği ilgi ve alaka takdire şayandı. Tam pistler kapandığında bastıran yağmurun zamanlaması da mükemmel. Günübirlik Kartepe inanılmaz keyifliydi sonuç olarak. Bu kadar lafın üstüne tez zamanda tekrar gitmezsem, ayıp bana...
Kartepe Photobooth Karesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)