A noktasından B noktasına her daim araba, otobüs ya da metro ile giderken, etrafımıza bakmıyoruz ama yürürken öyle mi? Spor ile ilişkisi sürekli dalgalanan bir insan olarak, 30 yıllık ömrümde bir çok farklı aktiviteyi denedim, sevdim ama hiç birini sürekli hale getiremedim. Favorim olan tempolu yürüyüşten ise hep keyif aldım. Spor salonlarının yine dar geldiği bir günde, İstanbul sokaklarında, kıyılarında, tepelerinde yürümeye karar verdim. Çirkinleşen, bozulan onca şeye rağmen, bu şehirde stresli, yorgun ve gergin olmak yerine, mutlu, enerjik ve huzurlu olunabileceğine inanmak istiyorum. Bunu kendime kanıtlamak için de, şehri yürümeye karar verdim, İstanbul'u yürümeye.
Sonuç olarak 1 aydır aklıma esince sahil yoluna iniyorum. O anda canım nereye doğru yürümek isterse oraya yöneliyorum. Aydınlık ya da karanlık farketmiyor, cebimde telefonum, kulağımda kulaklık. Ne kadar tempolu yürürsem yürüyeyim, şehri farklı bir gözle algıladığımı farkediyorum. Yürüyüşleri sürdürdükçe, şehri daha yakında tanıyacakmışım gibi hissediyorum.
Bugün Tarabya'dan Rumelikavağı'na yürüdüm. Yağmur çiseliyor diye vazgeçmek üzereyken, attım şemsiyemi çantaya, indim Tarabya'ya. Ondan sonrası deniz, ev ve kayıklar, salıncak ve martılar, içime dokunan sessizlik, renkler ve huzur.