25 Temmuz 2011 Pazartesi
Alaçatı
Haftalar önce uçak biletleri alındığında, Çeşme seyahati hayal gibiydi. Düğün gibi keyifli bir sebep olmasa, aklımın ucundan İzmir, Çeşme'ye gitmek geçmezdi ama Ece'nin mutlu günü için organize olduk, planlar, rezervasyonlar yaptık. Çamlıca kız lisesi kıvamında bütün kızlar toplandık ve yola çıktık.
Uykusuz bir geceyi takiben, hiç zaman kaybetmeden sabahın ilk İzmir uçağına bindik. İz Air uçağında kulaklarım Derya Günaçan'ın sesini aradı ama boşuna... Yine de her pilotun anonslarında hafifte olsa Günaçan etkisi görüyor olmak bile güzel. Uçaktan inince kiraladığımız araba ile yola çıktık, şöför koltuğunda bendeniz, kopilot Damla, arka salon kıvamındaki koltukta Pelin, Sıla, Emma.
Bodrum aşkımdan dolayı, Çeşme'ye karşı geliştirdiğim ön yargım yol boyunca varlığını sürdürdü ama Alaçatı'ya girmemizle yerle bir olması uzun zaman almadı... İlk göz ağrımı aldatıyor gibi hissetmem, Çeşme güneşinin Bodrum güneşi gibi bünyemde alerji yapmadığını keşfetmemle tamamen buharlaştı!
Sailors Otel'in misafirperverliği ile Alaçatı'nın kapısında karşılandık, apart odamıza yerleştik ve Orta Kahve'de güzel bir ege kahvaltısı ile güne, tatilimize başladık. Nasıl başlarsa öyle gidermiş, su gibi gezdik Çeşme'nin değişik sahillerini tatil boyunca. Bir gün Ramo'ya gidicez diye kendimizi dağlara, toza toprağa vurduk ama sonunda sahilde soluğu aldık. Denize sıfır şezlonglarımızda kimimiz yağlanırken, kimimiz 50 faktör kremimizle yarı güneş yarı gölgede yuvarlandık durduk.
Ramo iyiydi güzeldi ama medeniyetten biraz uzak gibiydi, ertesi gün Babylon Aya Yorgi'ye bi bakalım diye düşündük. Çimlerin üstünde rengarenk minderler, sürekli servis edilen midye dolma, patates kızartması, beyaz peynir-karpuz ve ismini hatırlayamadığım sürahili içkimizle keyfinden yenmeyecek gibiydi durumumuz. O kadar güzeldi ki, uçağa 3 kala bile tekrar kendimizi bir çok koy arasından aynı yere atalım dedik.
Düğün günü, kuaför öncesi Alaçatı'dan çok uzaklaşmayıp Sea Side'a gittik. Çoğunluğumuz gölge isteyince, kısa bir süreliğine şezlong krizi yaşamamıza rağmen, bazı arkadaşlarımızın mükemmel kriz yöneyimi ile, püfür püfür locamıza yerleştik, ayran logolu minderlerimize gömüldük. Gerçi denize girip çıkamadığımızdan, bazılarımız hiç minder yüzü bile görmedik ama duba şeklindeki iskelede kısa kısa güneşlendik, düğün öncesinde bile son damlasına kadar tatilin keyfini çıkarmaya çalıştık.
Tatil boyunca tahmin edileceği üzere sadece sahilleri gezmedik, hiç durmadan yedik içtik. Çeşme Marina'da Monk by Babylon yemeklerinden çok mekan ve müziği ile favorimizdi. Texas'lı caz sanatçısı Della Miles hemen yanı başımızda gecemizi şenlendirdi.
Alaçatı merkezde Tuval'de de yemek yedik, işte orası balıklarıyla da, etleriyle de kalbimizi kazandı. Düğün sonrası gittimiz Biber'e ise ambiansı, içkileri, dekorasyonu ve sakin ortamı dolayısıyla bayıldık. Odamıza yürüme mesafesinde olması dolayısıyla da, benden ekstra ekstra puan aldığını söylemeden geçemeyeceğim. Yemek sonrası Aya Yorgi'de bulunan Paparazzi beni pek açmadı... Müdavimleri olduğu çok belli ama bana ortamdaki düşük yaş ortalaması dolayısıyla eski Silivri günlerimizdeki ortamları hatırlattı. Biraz acımasız oldu galiba ama belki de bana o an içinde bulunduğum ruh halimden öyle geldi, kim bilir?
Çeşme güzeldi. Alaçatı çarşısı, rengarenk vitrinlerle süslenmiş sokakları, sakızlı kurabiyeleri, yamuk yumuk taşlı yollarıyla daha da güzeldi. Bu tatile çıkmamıza vesile olan Ece ve Ece ile Murat'ın düğünü ise hepsinden güzel... Nikahın kıyıldığı iskele, süslemeler, yemekler ve müzik... Uzun süre keyifle hatırlayacağımız, çok sade ve şık bir düğündü. Bize de tadına çıkarmak kaldı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)