27 Eylül 2010 Pazartesi

Nostalji

Nostalji ile kafayı bozduğum bu günlerde, Moma Propaganda'nın hazırladığı posterler gözümden kaçmadı. Geri dönülemeyecek olana, artık olmayan geçmişe yönelik özlemi gayet net şekilde gözümün önüne getirebiliyorum ama bugün hayatımızın büyük bir parçası olan Facebook, Twitter, Skype'ın hayatımızdan çıktığını ve 'Eskiden herkesin birbirini yakinen takip ettiği, dürttüğü siteler, ıncığını cıncığını paylaştığı platformlar vardı. Ah ne güzeldi eski günler..' dediğimi hayal edemiyorum.



Everything Ages Fast
For Maximidia Seminars.
By Moma Propaganda.

YouTube artık olmayan değil belki ama sansür yüzünden ulaşılamayan olduğundan canımı sıkıyor. Nostaljinin böylesinden, yani kendi vadesini doldurmadan geleninden korkuyorum.

26 Eylül 2010 Pazar

Kırım Kilisesi

İçerinin karanlığından bunalıp, kapının önüne çıktığımda ferahlıyorum. Hava açık ya da kapalı, hatta bazen kokulu olsun, her daim bizi karşılayan esinti kafamın dağılmasını sağlıyor. Eco ile Çarşaf'ın şebekliklerine, Çarşaf'ın yavrularının şaklabanlıkları da eklenince, sokak iyice eğlenceli bir hal alıyor. Sokak esnafının yaptığı gibi, sabahtan akşama sokakta oturasım geliyor... Kapıda boş boş oturmak güzel olabilirdi gibime geliyor bazen ama kapıya çıkmanın da kaçınılmaz sonuçları yok değil. Bir türlü pas geçemediğimiz sorular var ki, mecburi hizmete bağlamamak mümkün değil...

1- Bu bina da iyiymiş! Ne istiyolar, biliyor musunuz?
2- Galata Mevlevihanesi'ne burdan nasıl gidebilirim?
3- Kırım Kilisesi ne tarafta kalıyor?

İlk sorunun cevabını biliyorum ama bulaşmak istemiyorum doğrusunu söylemek gerekirse. Galata Mevlevihanesi'nin de yerini biliyorum ama uzun süredir restorasyon altında olduğundan kapalı olduğunu söylüyorum. En sevdiğim soru olarak üçüncü soruyu seçiyorum. Düz gidip, sağa doğru aşağı kıvrılan yokuşu takip edin. Sağda...



Diyorum, diyorum ama 'bir kere gittin mi sen her dakika yolunu tarif ettiğin bu kiliseye?' diye de kendime sormadan edemiyorum, yani edemiyordum. Geçenlerde şeytanın bacağını kırdım. Dnz bir davet düzenledi de, sonunda ben de meşhur kiliseyi gördüm!

Kırım Kilisesi (Crimean Memorial Church), Beyoğlu'nda bir Anglikan Kilisesi. 1858'de Abdülmecit'in izni ile temeli atılan kilise 1968'de tamamlanmış. Neogotik tarzda yapılan kilisenin bahçesinde anlatıldığı söylenen öykü ise, benim kulağıma ancak internetteki araştırmalarım sonucunda geliyor.


Foto. Deniz Önder

İstanbul'daki Anglikan Kilisesi'nin kuruluş öyküsünde ise İngiltere kralı değil, Osmanlı padişahı var: Sultan Abdülmecit... İngilizler ve Fransızlar Rusya'ya karşı Osmanlı'yı Kırım Savaşı'nda bir güzel kullandıktan sonra Abdülmecit aşka gelmiş, İngilizlere İstanbul'da bir kilise inşa etmeleri için izin vermiş. Yer olarak da eski bir Rum mezarlığını göstermiş...

Bu sırada, İngiltere'de 1837'de tahta çıkan Kraliçe Victoria 'nın dönemi sürüyor. Kraliçe Victoria, Anglikanlar için İstanbul'da bir kilise yapımına izin veren Abdülmecit'e mi, yoksa kilisenin açılışı anısına Abdülaziz'e mi orası belli değil ama Osmanlı padişahına, Londra'da yollara yeni çıkmış bir otomobil hediye ediyor. İstanbul'a ilk otomobil böylece geliyor ve şeyhülislam efendinin verdiği ''şeytan işidir'' fetvası üzerine otomobil Sarayburnu'ndan denize atılmak suretiyle imha ediliyor!
Arkitera

1970'lerde cemaati azaldığı için kapatılan kilise, 91'de Sri Lanka'dan gelen Anglikan sığınmacılarla tekrar hayat bulmuş. Sık sık işittiğimiz kilise çanı, artık onlar için çalıyor. Kilisede kurslar düzenleniyor. Bir de İngiliz turistlerle, Galata'nın dar sokaklarında keşif gezisine çıkmış turistler önce bize yol soruyor, sonra kilisenin kapısını çalıyor.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Fasulye üzerine

Fasulyeyi severim, özellikle de zeytinyağlı olanını! Zaten fasulye deyince, aklıma bir tek o gelirdi normalde. Oturup bir tencere yesem, bana mısın demezdi bünyem. Tabağın, tencerenin yanında parmaklarımı yesem ruhum duymaz mesela. Ne zaman uzun yola gitsem, eve döndüğümde, evde annemlerin dışında zeytinyağlı fasülyenin de beni beklediğini bilirim. Sofradakilerden uzak olduğumda, en çok onu özlerim. Sonuç olarak, zeytinyağlı fasulyenin hastasıyım ama sadete gelmek gerekirse, bu yazının konusu o değil. Bu yazı kuru fasulye hakkında. Hatta fasulye değil, Fasuli. Fasuli'nin deyişiyle 'Milli yemeğimiz kuru fasulyeye uluslararası bir nitelik kazandırmaya çalışan Fasuli!';)



Haftanın 6 günü, sabahtan akşama kadar Galata'da zaman geçiren biri olarak, burnumuzun dibindeki Tophane semalarına en son ne zaman indiğimi hatırlamıyorum bile. Nargile ile uzaktan yakından alakam olmayınca, merak edip burnumu sokma ihtiyacı duymamam da gayet normal gözüküyordu bana. Günün birinde, Dlm ile arkadaşları, bizi Fasuli'ye davet etti de burnumuzun ucunu gördük. Bundan böyle Tophane'ye uğramak için bir sebebimiz var, hatta 3; Fasuli Fasulye, tereyağlı pilav ve turşu! Ne de olsa, sokakta hamburger, pizza, dürüm yemekten bunalan bünyelerimize arada değişiklik gerek.

24 Eylül 2010 Cuma

Ara

'Long time, no entry' ruh halinden derhal kurtulup; ağustos ayı, doğumgünü, yunan adaları gibi konulara eğilmek niyetindeyim. Hızım kaplumbağa hızı belki şu an ama yazıp bünyemden atmalıyım yaptıklarımı bi şekilde. Saçma ama gezip, görüp, yiyip yazmadığım her şey sırtıma yük bindiyor nedense...