25 Haziran 2010 Cuma

Adı yok

Stüdyomuzdan mis gibi tarçınlı kurabiye kokuları yükseldi evvelsi gün. Yumurtaları birer birer kullanan Mrv, bu seferde tatlı mı tatlı kurabiyeler yaptı. Yalnız kurabiyesinin adı yok.



19 Haziran 2010 Cumartesi

İspanyolca Günü - el Dia E

Adını duyunca baya güldüm çünkü bir yanlışlık olduğunu düşündüm. Meğer İspanyolca Günü, farklı kültürlere ait insanları birleştiren İspanyolca dilini, kelimelerin önemini vurgulayarak, arkadaşlar arasında bir eğlence olarak kutlamak için ortaya çıkmış bir günmüş. Beş kıtada, 42 ülkede, toplam 73 merkezde bulunan Cervantes Enstitüleri öncülüğünde, bir dizi etkinlik ile kutlamalar yapılırmış.



İstanbul bir sahne. Işıklarını Beyoğlu'ndan yakıyoruz.' ismi altında Galata Kulesi'nin altında düzenlenen etkinliklerin sondan bir öncesinde de İspanyolca Günü etkinlikleri yapıldı. Beyoğlu Belediyesi ile birlikte, Galata Meydanı’nda gerçekleştirilecek bir dizi etkinlik organize edildi. Sabah saatlerinde enstitü öğretmen ve öğrencileri bizim kapımızdan da geçerek, insanlarla teke tek konuşup birer kelime hediye etti.Tüm güne yayılan kelime yağmuru, İspanyolca oyunu, tango ve flamenko gösterileri, örnek bir İspanyolca sınıfı uygulaması gibi etkinlikler, İspanyol müziği resitali ve ünlü flamenkocu Manuel Reina ve Bato Tato’nun vereceği flamenko konseri ile de son buldu.



Kuledibi o kadar canlı, o kadar keyifliydi ki anlatamam. Müzik daha bitmeden, meydandaki çay bahçesinin de tadını çıkarmak için o tarafa geçtik. Bu yaz burnumuzun dibindeki güzelliklerin tadını çıkarmaya ve yeni başladığım kitabımı burada bitirmeye karar verdim.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Pul Koleksiyonu



Eski fotoğraflar toplarken tanıştığım Snr Bey'den her geçen gün yeni şeyler öğreniyorum. Hem eski fotoğraflardan, hem koleksiyonculuktan bahsediyoruz oraya gittiğimde. Sahaf çayı başka olur dediği günden beri, çayının da dükkanının da tiryakisi oldum. Collection Club ile tanışmam da onun sayesinde oldu, filateliyle de. 'Şerif Antepli'nin Filateli sergisine mutlaka git!' dedi ya, aklıma koydum. Sıcak dinlemeden İstiklal'i baştan sona aştım. Güneş tam başıma geçti heralde derken, Taksim meydanındaki Cumhuriyet Sanat Galeri'sinde yapılan sergi alanına vardım. Taksim'e adını veren suların taksim olduğu (dağıtıldığı) eski dev su deposu, bugün Cumhuriyet Sanat Galerisi ve bu sıcaklarda içerisi ilaç gibi.



Filateli; Yunanca philos (sevgi) ve ateles (vergisiz) kelimelerinin yanyana gelmesi ile oluşan bir kelimeymiş. Sistematik bir şekilde pul, damga, mektup, posta kartı, ve doküman toplama işlemine denirmiş. Dünya filateli tarihinin ilk posta pulu, 1 Mayıs 1840'ta, İngiltere'de "Penny Black" adı ile basılmış. Pulun mucidi Sir Rowland Hill adlı bir posta müfettişiymiş ve ilk İngiliz pulunun üzerinde Kraliçe'nin resmi bulunuyormuş. Türkiye'de ise ilk posta pulu, 1863 yılında Sultan Abdülaziz'in tuğrasını taşıyan 2 ve 5 kuruş değerlerindeki pullarmış. Pulların basımı, dönemin Posta Müdürü olan Agah Efendi tarafından yapılmış.



Cumhuriyet Sanat Galerisi, Taksim'e yolu düşenlerin her gün yanından geçtiği ama büyük ihtimal kendisinden bi haber olduğu bir yer. Yani utanarak söylüyorum, ben bunca zamandır varlığından habersizdim. İçeri girip arka arkaya dizilmiş kapıları görünce aklım karıştı ama bir yerden, Filateli'de Sinema'dan başlayıverdim. Öncelikle baştan sonra inanılmaz bir koleksiyon olduğunu söylemeliyim. Şerif Antepli'nin harcağı emeğin büyüklüğü de, tematik bir koleksiyon olarak 'Filateli'de Sinema'nın içeriği de etkileyici. Sinema tarihinin en başından günümüze kadar geçirdiği dönemlere, yönetmenlere, film artistlerine, animasyonlardan daha nicelerine kadar oldukça kapsamlı bir çalışma karşılıyor ziyaretçileri. Sergisinin başında duran ve benim ilgiyle baktığımı farketmesi üstüne yanıma gelip benle tanışan Şerif Bey ise, inanılmaz sıcak ve samimi;) Kendimi bildim bileli biriktirmeyi seven bir kişi olarak ben, inanılmaz etkilendim bu çalışmadan ve Şerif Bey'in arşivine bakarken sadece her şeyi biriktirmenin bir koleksiyon olamayacağını, toplananların belli bir tema altında toplandığı takdirde anlam kazanacağını bir kere daha yakından görmüş oldum. Koleksiyon aşığı Şerif Bey'in biriktirdikleri sadece Sinema temalı pullar değilmiş elbette. Sinema dışında futbol ve cumhuriyet dönemi temalı pullarda varmış arşivinde. Pullar dışında kaşık, kadeh ve yüksük koleksiyonları da mevcutmuş. En kısa zamanda bende rozet koleksiyonuma bir şekil vermeliyim...

11 Haziran 2010 Cuma

Işığın Gücü Adına

Borusan Müzik Evi'nde yeni bir serginin açılışı olduğunu ve sergide bir çok sanatçının birbirinden etkileyici entelasyonları olduğunu duyup bir de açılışa davet edilince, daha önceden gitme fırsatını bir türlü yaratamadığım etkileyici yapının yolunu tuttum. Küratörlüğünü Richard Castelli’nin yaptığı sergi madde ve ışığın işbirliğine dayalı deneyimler sunuyormuş dediler. Kiminde Madde Işık’a, kiminde Işık Madde’ye dönüşüyormuş. Gerçekten de öyleydi, baştan sona gezmesi merak uyandırıcı ve eğlenceli...



Her katta farklı projelerin görülebileceği sergi Türkiye'de görmeye pek alışık olmadığımız türden. 1. katta bulunan 'Kuşatılma' projesi, 100den fazla mekanda 360 derece yapılmış çekimleri ile profesyonelce yapılmış ses kayıtlarının birleşmesinden oluşuyor ve insanı bir fotoğrafın yapabileceğinden çok uzaklara götürüyor, çevreliyor. KALAN müziğin projeye desteği de yadsınamaz cinsten. Proje yürütenlerden Sarah Kenderdine ise çok mütevazi ve sempatik bir kişi. Açılış sayesinde tanışma şerefine de eriştik kendisiyle.

Diğer katlara gelecek olursak... Onlar hakında ayrıntılı bilgi vermiyorum, sadece 1-2 kelime ile özetliyorum. Mrv 'Çıldırırsın!' dedi ama 2-3. katta olan havuzu kolonlarıyla eve götürmek istedim, 4. katta olan 'Mom' projesini ise acayip kıskandım. Hele 5. kata geldiğimizde bizi karşılayan 'Matrix II' interaksiyona girebildiğimizden olucak favorim(iz) oldu. Katı farklı yönlerde defalarca arşınladıktan sonra, ben ortalığı dağıtmadan çıkmamız gerekti... 6. kat projesi ise bana az biraz ağır geldi.

9 Ekim'e kadar sürecek sergiye mutlaka gidilmeli. Hatta bana bir kere yetmedi, ziyaretimi ne zaman tekrarlasam diye düşünüyorum. Sergi çıkışı Lebnon'da baş aşçının tavsiyesi ile 'Hurmalı Tavuk' yemekte aynı şekilde tekrarlanabilir. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi! Hurma tavuğa nasıl bu kadar yakışabilir?

5 Haziran 2010 Cumartesi

'Söyle Rabbin kimse O'na tapayım!'



Mekanlar tanıdık, insanlar tanıdık, durumlar hepsinden tanıdık.
Uzak ihtimal, o kadar sade ve içten ki, film izliyor gibi hissetmiyor insan kendini. İstanbul Galata'da bir caminin genç müezzini olan Musa ile rahibe olmak isteyen bir genç kızın, Clara'nın karşılaşması ve aralarındaki durumun hikayesi belki her gün karşımıza çıkacak cinsten değil ama böyle bir şey olsa ne kadar uç bir örnek olur diye aklımızdan geçecek cinsten. İnsanlık halleri bu kadar yalın ve doğru anlatılır gibime geliyor. Film resmen '...hayat işte bu ya..' dedirtti. Dışardaki bütün bu kalabalığa rağmen aslında ne kadar yalnız olduğumuzu bi kere daha farketmemi sağladı filmin sessiz akışı... Bu arada Görkem Yeltan'ın oyunculuğu süper, Nadir Sarıbacak'ın oyunculuğu onu gerçekten de müezzin sandıracak cinsten. Pek çok beğendim.